Ahmet Kılıçaslan Aytar; Transatlantik İttifak ve Rusya’ya Karşı

TRANSATLANTİK İTTİFAK VE RUSYA’YA KARŞI

Dünya nüfusunun yarıdan çoğunun servetinden daha fazlasına sahip 62 milyarder malî spekülatör ve yatırımcı, kendi konumlarını korumak için ABD liderliğinde TransAtlantik ittifak kurmuştur.
Dost rejimleri değiştiriyor ya da kendilerine karşı direnen rejimlere karşı yürüttükleri savaşlarla onları yağmalıyorlar…
O yüzden demokratik haklara yönelik saldırılar derinleşiyor ve daha otoriter yönetim biçimleri gelişiyor.
Her ülkede halklar, ABD kâr sisteminin iflasının bedelini ödemek için yaşam standartlarına ve toplumsal koşullarına yönelik sonu gelmez saldırılara maruz kalıyor…
İttifakın dünyanın geri kalanına yalan söyleyerek yürüttüğü yağmalama,
Afganistan’dan Irak’a, Irak’tan Afrika’ya, Pakistan ve Filipinlere ardından Libya,Yemen ve Suriye’de ki savaşlarla devam ediyor…

*
Ne ki, başta Rusya ve Çin olmak üzere kimi ülke de;
Bir zaman önce oyunun kurallarını bunların belirlediğini ama bugün bu ittifakın bir efsaneden ibaret olduğu, sanıldığı kadar güçlü olmadığı ve inişe geçtiklerine ilişkin inançlarda pekişiyor.
Mesela Rusya yeniden bir süper güç olduğunu düşünüyor, politikalarından geri adım atmıyor, İttifak’ı ödün vermeye zorluyor…

*
İşte, Ortadoğu’da savaş bir çok alana yayılsa da genelde en ağır olarak Irak ve Suriye’de,özelde de Halep ve şimdi Musul’da yaşanıyor.
Rusya destekli Suriye Ordusu, Halep’in doğu bölümlerini İslamcı milislerden geri almaya çalışırken, ittifak Rusya’yı savaş suçları işlemekle suçluyor.
Doğrusu BM’deki kararlar ve aralıksız medya yayınlarıyla sınır tanımayan ikiyüzlülüklerini tüm çıplaklığıyla gösteriyorlar.

*
İttifaka göre iki kentteki savaşın farkı;
Halep’te saldırı altında olan İslamcı grupların kendilerinin vekilleri olarak Rusya destekli Suriye hükümetini devirme amacıyla savaştıkları, o yüzden sivil kayıpların “savaş suçları” kapsamında olmasıdır.
Buna karşın, ittifakın diğer vekil gücü IŞİD’in, 2014’te Bağdat’ta ve Kürt bölgesinde geniş alanları ele geçirmek ve o bölgeleri “Sünnileştirmek” amacıyla bulunduğu Musul’dan şimdi atılmaları ve Musul’un geri alınması sürecinde öldürülen her sivilin “sivil zayiat” sayılmasıdır…

*
Her iki kentteki operasyonlar Türkiye içinde hayati önem taşıyor…
Türkiye; Ortadoğu’da Etki Sahası Kaybı: Enerji Oyunundan Dışlanmak : Türkmenler Üzerinde Azalan Etkinin Tamamen Bitmesi: Kürtler Arası Güç Dengesinin Oluşturulması gibi sorunlarla karşı karşıyadır.

*
Bilhassa Kerkük’ten Akdeniz’e ulaşan bir hat üzerinde, İran’a yakın ya da Türkiye’ye uzak PKK/PYD gibi aktörlerden oluşan kesintisiz bir jeostratejik kuşakla çevrelenme,
Bu hattın ciddi bir askeri güçle desteklenmesi,
Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’sinin etki sahası olarak algıladığı Kerkük’ten Akdeniz’e kadar uzanan coğrafyada tamamen etkisiz kalması anlamına geliyor.

*
ABD ve Rusya, Ortadoğu politikalarını etkin kılmak için yeni stratejiler geliştiriyor.
İran zaten İsrail’in güvenliği için Suudi Arabistan liderliğinde Sünni ülkeler ekseni ile çevrilmiştir.
O yüzden ABD ve Rusya, şimdi Kerkük-Akdeniz koridorunda başta Şii İran’ın olası etkisini dengelemenin çerçevesinde;
Irak ve Suriye’de ağırlıklarıyla ortaya çıkan Kürtlere bazı vaat ve uzlaşı önerileriyle yaklaşıyor, Türkiye’nin Musul operasyonunda İran ile karşı karşıya kalmasına izin verilmiyor.

*
ABD; Batı Kürdistan’da (Rojava) bulunan PKK ve PYD ağırlıklı Kürtleri, M.Barzani’nin Kürt Demokratik Partisi (KDP) ile uzlaştırmaya,
Rusya ise Suriye BAAS rejimi üzerinden bir ittifak oluşturmaya dayanan politikalar üretmiştir.
ABD ve Rusya bu politikalar üzerinden anlaşmaya varmaya çalışırken;
Türkiye üçüncü güç olarak önce Suriye’de devreye girmiş,
Bazen tümden ABD’ye yanaşmış, Rusya ile savaş pozisyonuna dahi gelmiş, bazen İran’ı arabulucu olarak kullanarak Rusya’ya yanaşmış;
İki güç arasındaki çelişkileri fırsata dönüştürme çabasında olmuştur.
Her iki güç bazı noktalarda anlaşıp uzlaşabilirken üçüncü güç olarak araya giren Türkiye; iki güç arasındaki çelişkileri derinleştirip bir açmaz haline getirmiştir.

*
ABD ve Rusya, Türkiye’nin izlediği bu politikanın farkında, Türkiye ile anlaşarak Cerablus işgaline onay vermişlerdir.
Cerablus işgaliyle, Türkiye Suriye’de PYD’nin batı- doğu ekseninde kurduğu kantonal sistemi yarmış,
Kantonlardaki PYD ve PKK güçlerini ise Kürt Sorununu çözmek için kullandığı, “PKK’yı zayıflatmak” politikasıyla çözmeye çalışıyor.
M.Barzani liderliğinde KDP’nin yardımıyla köy boşaltmalar ve demografik değişiklikler yapılıyor…

*
Barzani ve KDP, Batı Kürdistan’da örgütlediği Kürtleri önce Güney Kürdistan’a yerleştiriyor.
Sonra bu Kürtler ve Şengal’deki Yezidi Kürtler de istihbarat örgütü Parastın ve Suriye Kürt Ulusal Meclisi vasıtasıyla İstanbul ve İzmir yoluyla Avrupa’ya götürülüyor.
Türkiye’deki Kürtler de kıskactadır.
Birçok köy yok edilmiş, insanlar bulundukları yerleri terk etmeye zorlanmıştır.
Maraş, Malatya,Tünceli ve Bitlis’te Kürtler ve Suriye tarafında yaşayan Özgür Suriye Ordusu’nu oluşturan Sünni Araplar takas ediliyor.
Zaten Türkiye’de Kürtlerin boşaltığı yerleşimler çoğu sığınmacı kamplarında yaşayan ve Suriyeli cihatçılardan yana olduğunu düşünülen Suriyeli Sünni Arap sığınmacılara vatandaşlık garantisiyle veriliyor.
Suriye’de de birçok Türk köyüne Kürtler yerleştiriliyor.
Bu suretle Kerkük-Akdeniz koridorunda demografik yapıyla oynayarak PKK ve PYD’nin etkisi kırılıyor.

*
Musul’a gelince, Türkiye Irak Temsilciler Meclisinin aldığı karar doğrultusunda operasyonlara katılamıyor.
Bu ABD ve Rusya’nın; Türkiye’nin Irak’taki güçlerinin çıkması için plan yaptıklarını,
Böylece kriz merkezi olarak Suriye’yi kabul ettiklerini gösteriyor…
Bu durum Rusya ile ABD’yi daha büyük bir açmaza götürüyor.
Çünkü R.T. Erdoğan bölgede İslamcı- Osmanlıcı hevesleri yanında Suriye Devlet Başkanı B.Esad’la, “savaşı kaybeden savaş suçlusudur” rekabetindedir.
Bu yüzden Erdoğan, hem Rusya hem ABD çıkarları ile çatışıyor.

*
Erdoğan,Türk ordusunun Musul’da neden sahada olmadığının polemiğini yapadursun,
Rusya Dışişleri Bakan S.Lavrov “ABD önderliğindeki Koalisyon kuvvetleri Musul’u neden kuşatmadılar” diye soruyor.
Çünkü Musul’da başlayan ağır bombardıman sırasında IŞID birliklerinden bir bölümünün, açık bırakılan bir koridordan müdahale ile karşılamadan konvoylar halinde Suriye’de Rakka’ya doğru gittikleri biliniyor.
Irak parlamentosu Kanun Devleti Partisi parlamenteri F.El Ewadi ise bir başka iddiadadır;
O, Başika’ya asker yerleştiren Türkiye’nin görevinin Musul’daki içlerinde kendi subay ve ajanlarının da bulunduğu 2 bin kadar İŞİD çetesini kurtarmak olduğunu söylüyor.
“Musul’un düşerken bu güçleri Türkiye’nin eğittiğinin ortaya çıkması önlenmek isteniyor” diyor…

*
Geriye Kerkük- Akdeniz koridorunda Şii İran’ın ve türevlerinin bulunmaması sorunu kalıyor.
Musul Operasyonu başlarken Irak ordusu yanında çarpışan Şii Halk Seferberlik Birlikleri- Haşd al Şaabi milisleri Türkiye’nin Başika üssünü kuşatmıştır.
Bu ya da bir başka durumda Erdoğan’ın, Irak gibi bir “oldu bitti “ler ülkesinde bazı koşulların oluşmasıyla sınırlı bir askeri operasyon gerçekleştirmesi son derece karmaşık sonuçlar doğursa da sürpriz olmayacaktır…

*
Kesin olan şey ise ABD/TransAtlantik ittifakının ve askeri mekanizmasının Musul’a yönelik saldırısı, dünyanın kaynak bakımından en zengin ve stratejik olarak önemli bölgelerinden biri üzerindeki egemenlik arayışı; Irak halkına karşı gerçekleştirmiş olduğu uzun dehşetler ve suçlar listesine eklenecektir….

20.10.2016

AHMET KILIÇASLAN AYTAR