Ahmet Kılıçaslan Aytar; Suriye sonunda ‘savaş suçları’ yargısı var

                               SANIK, AYAĞA KALK

Suriye İç Savaşı’nın siyasi çözümüne ilişkin Cenevre Görüşmeleri BM’in yeniden yapılandırılmasına fırsat oluşturdu.

BM Güvenlik Konseyi’nde veto hakkına sahip Rusya, Çin; Suriye de savaş suçları işleyerek hukuku ihlâl eden Esad rejimi kadar muhalif tarafların, teröristlerin ve destekleyen ülkelerin paylarını üstlenmelerini,

Söz konusu suçların esaslı bir biçimde kategorize edilmesini,

Yeni Suriye’nin kurulmasına ilişkin bağlayıcı kararın bu bileşkeden çıkarılmasını,

Bu sistematik hukukun BM’de yeni bir dünya statüsünün oluşmasına yol açmasını talep ediyordu.

Soykırım suçu, suçlar hiyerarşisinin doruğunda nitelendirilen bir eylem ve hukuk ihlâlidir.

Uluslararası hukukun çerçevesi içerisinde değerlendirilen soykırım suçu zamanla ulusal hukukun düzenlemeleri kapsamına girmiştir.

1948’de kabul edilen ve 12 Ocak 1951’de yürürlüğe giren BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin ihlali, ilgili devletin sorumluluğunun doğmasına neden oluyor.

Ne ki, modern çağın evrensel siyasi örgütlenme biçimi olarak benimsenen ulus-devletin ve kaynaklık ettiği ulusal-uluslararası hukukun tabi olduğu yerel, bölgesel ve küresel dönüşümler;

Soykırım Sözleşmesi’nin yorumlanmasında Uluslararası Divan’ın yargı yetkisinde: uluslararası hukuk: uluslararası insan hakları hukuku: ceza hukuku ve uluslararası ceza hukuku alanlarında farklı algılar oluşturmuş bulunuyor.

Cenevre Görüşmeleri vasıtasıyla Suriye’de işlenen suçların esaslı bir biçimde kategorize edilmesi  ve farklı algılardan ortak bir bileşke çıkarmayı teminen;

5 Şubat’ta Avrupa Parlamentosu, İslam Emirliği (IŞİD) tarafından Irak ve Suriye’de bir kısım  dini ve etnik azınlıklara karşı katliamları soykırım olarak tanımış,

Parlamento IŞİD tarafından yapılan ihlallerin Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşınması için BM Güvenlik Konseyi’nin desteğini talep etmiştir.

14 Mart’ta ise bu kez ABD Temsilciler Meclisi’nin, IŞİD’in azınlıklara karşı işlediği suçları soykırım olarak niteleyen kararı çıkmış,

Bu kararla birlikte Suriye ve Irak’ta IŞİD’in işlediği soykırım suçuna yardım ve destekte bulunanlara karşı uluslararası düzeyde kanuni icraatler almanın yolu açılmıştır.

IŞİD Örgütü uluslararası kanunları tanımasa da bu kanunlar sadece katliam işleyerek soykırım uygulayanları değil, aynı zamanda her hangi bir şekilde yardım ve destekte bulunanların da cezalandırılmalarını öngörüyor.

ABD Dışişleri Bakanı J.Kerry Amerikan Temsilciler Meclisinin kararı onaylamasından 3 gün sonra bu suçların araştırılması için uluslararası uzman bir mahkemenin teşkil edilmesi çağrısında bulunmuştur.

Bu noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan ki, devletlerin uluslararası ilişkiler açısından görevlerini belirleyen, 1947’de BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen kararlara aykırı davranmakla itham edilmekte,

Suriye’de ve Irak’ta radikal örgütleri silahlandırıp-yönlendirmek ve savaşa salmakla: diğer bir devletin iç işlerine müdahale etmek: başka bir devlet sınırları içinde iç savaş çıkarmak: insan hakları saygılı olmamak: barışı tehdit edici davranışlardan uzak durmamak: hukuku ihlal edenlerle yardımlaşmak fiillerinden sorumlu tutuluyor.

Recep Tayyip Erdoğan, hiç bir zaman tutarlı bir terör politikasına sahip değildir.

Halkın yaşam hakkını ve ülkede yaşanan sorunlarını çözüm iradesini umursamaz.

Siyasal iktidarının varlığı ve sürmesi neyi gerektiriyorsa ona göre hareket eder ama gerçek bir şeytan zekâsındadır!

Ve bakınız,aslında Irak ve Suriye’de üzerine atılı suçlardan yırtmak amacıyla,

Ankara’daki son saldırının ardından yaptığı açıklamada “terörün ve teröristin tanımının yeniden yapılması gerektiğini” söylüyor.

Türkiye’de tek adam diktasını pekiştiriyor.

Evet ama esasen İç hukukta 2002’de iktidara geldiğinde silahlı terör örgütü koşulu yokken, İslami örgütleri kapsam dışında çıkarmak amacıyla terör örgütü tanımını değiştirdiği ve bugünkü haline getirdiği gibi,

Şimdi uluslararası hukukta çağdaş demokratik projenin dışına çıkıyor.

İç hukukta tehdit, yıldırma, sindirme, baskı, cebir gibi yöntemlere başvurmanın bir terör tanımı için yeterli olduğunu müeyyide haline getirmeye çalışıyor…

Erdoğan, İslamcı terörün  küresel bir tehdit haline geldiği bir gündemde,

Yerel, bölgesel ve küresel dönüşümler nedeniyle Soykırım Sözleşmesi’nin yorumlanmasında, Uluslararası Divan’ın yargı yetkisinde, uluslararası hukuk, uluslararası insan hakları hukuku, ceza hukuku ve uluslararası ceza hukuku alanlarında farklı algılar oluşması halinden faydalanmayı öngörüyor.

Terör örgütlerine ve terörizmi destekleyen bir başka devlete karşı insanları ve devleti koruyabilecek uluslararası bir güç bulunmayışını kullanmaya çalışıyor.

Bu nedenle “her devletin kendi kendisini ve tüm yurttaşlarını terörden koruması gereğini ileri sürüyor.

Uluslararası hukuk’a karşı, “Devlet eğer gücü yetersizse bu konuda ittifaklara girebilir, uluslararası ilişkiler, devletlerarası güç dengelerini şekillendirir.

Bir devletin gözü komşularındadır, şayet komşusu güvenliği için silahlanmışsa kendisi de silahlanır.

Devlet gücünü artıracak her şeyi yapmak, gücünü azaltacak her şeye karşı koymak durumundadır” kozlarını oynuyor…

Denize düşmüş yılanına sarılmıştır.

Ahmet Kılıçaslan Aytar

20.3.2016