Ahmet Kılıçaslan Aytar; Rusya’nın dış politikada artan güç kullanımı

MÜNİH GÜVENLİK KONFERANSI’NDA  UKRAYNA

ABD ajandasında ilk sırayı, Rusya’nın Suriye müdahalesini dış politikası açısından bir dönüm noktası olarak kabul edişi alıyor.

Son 15 yılda Rusya’nın, iç ve dış politika hedeflerine ulaşmak için askeri güç kullanımını  arttırdığına,

1999’da Çeçenistan, 2008 Gürcistan, 2014’te Ukrayna’nın işgaline dikkat çekiliyor.

Suriye hamlesi ise Rusya’nın gittikçe agresifleşen dış politikasının bir sonraki mantıklı  adımı olarak kabul ediliyor.

Ancak Rusya’nın Suriye’ye yönelik müdahalesinin öncekilerden farklı olduğunun altı çiziliyor.

Buna göre Rusya; Çeçenistan, Gürcistan ve Ukrayna’daki askeri harekâtlarının çoğu ülke tarafından kınanacağını hesaplamıştır.

Şimdiyse Suriye’de radikal terörle mücadele etmesi perspektifinde uluslararası toplumdan destek gördüğüne işaret ediliyor.

O yüzden Suriye krizinde faydalı bir ortak olabilmek için Rusya’nın Ukrayna konusunda ABD’den ödün beklemeyi bırakmasının şart olduğu,

Suriye ve Ukrayna arasında bir bağlantı kurmanın işe yaramayacağı ileri sürülüyor…

Tam bir yıl önce Almanya Başbakanı A.Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı F.Hollande,

Ukrayna krizinin giderilmesi için Kiev ve Moskova ziyaretlerinde Minsk Anlaşmasını canlandırmış ve 51. Münih Güvenlik Konferansı’na katılmıştı.

Konferans’ta Avrupa’da korkuları körükleyen Ukrayna ve Rusya arasında bir mutabakatın sağlanarak kalıcı bir ateşkese yol açılması konusu en önemli gündemi oluşturmuştu.

1963’den beri düzenlenen ve 11 Eylül saldırılarından sonra önemli konuma yükselen 52. Münih Güvenlik Konferansı’na bu yıl da çok sayıda hükümet ve devlet başkanı ile bakan ve uzman katıldı.

Konferans, dünya güvenliğiyle ilgili çağrıları ya da çözüm önerilerini değerlendiriyor ve sonuçlandırılmasını hizmet ediyor.

  1. Münih Konferansı öncesi Avrupa Parlamentosu aldığı bir kararla, Rusya’ya yaptırımların kaldırılmasının Minsk Antlaşması koşullarının tamamen yerine getirilmesine bağlı olduğuna yapılan vurgu,

Yaptırımların kaldırılmasının şartlarından birinin Kırım yarımadasının Ukrayna’ya iade edilmesi olduğu açıklaması dikkat çekiyor.

BM Güvenlik Konseyi’nin de kabul ettiği, Ukrayna’daki çatışmaların durdurulması için Şubat 2015’te kabul edilen Minsk Antlaşması’nda Ukrayna’nın toprak bütünlüğü, bağımsızlık ve egemenliğine işaretle,

Rusya’dan güçlerini Ukrayna’dan geri çekmesi, ayrılıkçı paramiliter güçlere desteğini kaldırması, içişlerine karışmamasını öngörülüyordu.

Bunların ötesinde Rusya’nın bu saldırgan politikaya Gürcistan, Moldova ve tüm ülkelerde son vermesini teminen ekonomik, siyasi ve askeri baskıya alınması, enerji ihracaatının ve ticaretinin engellenmesi,

Rusya’dan uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanılmasını yasaklayan BM Antlaşmasına ve 1994’te Budapeşte Memorandumu ile yükümlendiği Ukrayna’nın bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğüne karşı sorumlulukları,

Kırım’ın yasadışı ilhakına son verilmesi ve Karadeniz’deki  üslerle ilgili Ukrayna ile imzaladığı 1997 Karadeniz Filosu ve Karakolları Antlaşmasına uyması beklentisi oluşturulmuştu.

 

Bugün Almanya Başbakanı A. Merkel, halâ Ukrayna Krizinin kontrolden çıkması halinin Avrupa’nın yararına olmayacağı öngörüsünde ve Almanya’nın ekonomik çıkarları pahasına fakat jeopolitik gerçekler çerçevesinde Avrupa Birliği adına üstlendiği sorumlulukladır.

Kiev ve Moskova görüşmelerinde, “Ukrayna krizi askeri olarak kazanılacak bir şey değil ” düşüncesini geliştirmiş,

Ukrayna ve Rusya arasında  ABD’nin de desteğiyle bir mutabakatın sağlanması, Minsk anlaşmasının yürürlüğe girmesine yol açmıştır.

Merkel, V.Putin’in Devlet Başkanı olmasıyla birlikte Rusya’nın Avrupalılaşmasına ilişkin tükenen umutlara karşılık olarak,

Almanya’da Sovyetler Birliği ile doğrudan ilişki kurulması, Varşova Paktı ülkeleri ile ilişkilerin normalleştirilmesine dayanan Ostpolitik’i terketmiş, yerine jeopolitik çıkarların ve ahlaki prensiplerin yönlendirdiği yeni bir siyaseti koymuş bir başbakan profilini çiziyor.

Rusya Devlet Başkanı V.Putin ise Batı ile ekonomik fayda getirebilecek ilişkiler isteğindedir.

Ama asıl önceliği Batı’nın Rusya’yı dikkate alması, Rusya’nın nüfuz alanlarını tanıması ve eski Sovyet ülkelerine karışmamasını sağlamaktır.

Kırım ve Ukrayna krizinde bu bölgenin Avrasya Birliği Projesi’nin Avrupa ayağı ve Karadeniz Havzası’na açılan bir kapı olması niteliğini esas alıyor.

Kırım’ın özgür iradesini açıklamasında ise Kosova’nın Sırbistan’dan ayrılması ve bağımsızlığının  tanınmasının emsal alındığını ileri sürüyor.

Ama Kırım’ın Rusya’ya katılma kararı ve Ukrayna krizi;

ABD’nin ve Avrupa Birliği ülkeleri ile Rusya arasında çözülmesi taraflar arasında oldukça zor karmaşık sorunlar yaratmayı başarmıştır.

Yaptırımlar ve Devlet Başkanı Putin’in sert hamleleri Rusya’yı ekonomik olarak zayıflatıyor,

Fakat Rusya uluslararası sistemi oluşturan Avrupa-Atlantik odaklı işleyişe karşı, Soğuk Savaş döneminde sahip olduğu güce erişebilmenin yolunu sistemsel işleyiş ve rekabet çerçevesinde arıyor.

Avrupa-Atlantik hegemonyasını sorguluyor, söyleminde SSCB dönemine öykünüyor ve o yolda uygulamalar yapıyor.

Yakın çevre politikası ve Avrasyacı dış politika kalıpları doğrultusunda çok kutupluluk söylemini meşrulaştıracak yeni bir bölgesel yapılanma oluşturma çabası gösteriyor.

Öte yanda Rusya’nın ekonomik krizi Avrupa Birliği ülkelerine de işliyor…

 

Bu durumda Kiev ve Moskova; Amerika ile Avrupa’nın ikili bir tutum izleme odağına dönüşmüştür.

Bütün bunlar Almanya’nın Rusya ile ya da Rusya’nın Almanya ile tam bir cepheleşmesi anlamına gelmiyor ama süren işbirlikleri ve zıtlaşmalar,

Ya da karşılıklı sürdürülen diyalog ve Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlar iki ülke arasındaki ilişkileri çok önemli bir noktaya yükseltmiş bulunuyor.

O yüzden bir yıl önce Almanya Başbakanı A.Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı F.Hollande, Ukrayna ve Rusya Federasyonu’nun devlet başkanları P.Poroşenko ve V.Putin’in, barış için öngördükleri 13 maddelik  Normandy formatı halâ işlemiyor.

Minsk anlaşması Ukrayna ihtilafının sona erdirilmesine yaramıyor…

Halâ Ukrayna’nın doğusunda, Rusya yanlısı ayrılıkçıların bulundukları bölgelerde silahlar susmuyor.

Can kayıpları yaşanırken, her iki taraf  Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gözlemcilerini bölgeye almıyor.

Rusya sınırından ayrılıkçıların bulunduğu bölgelere her türlü lojistik sağlanıyor.

Ukrayna’nın da Donetsk ve Luhansk’ta  uyguladığı ekonomik ve malî ablukayı kaldırıp ademî merkeziyetçilik çerçevesinde bölgeye özel haklar tanıması gerekiyor.

Ancak Ukrayna parlamentosu bir türlü böyle bir yasayı onaylamıyor.

Minsk anlaşması ve  Normandy formatı işlemiyor ama Minsk sürecinden de vazgeçilmiyor.

Çünkü Minsk, bir yıl önce tarafların üzerinde anlaşabildikleri tek ortak siyasi paydadır.

Bu çerçevede Ukrayna krizinin ve Donbas’ta şiddetin sona erdirilebilmesinde,

Askeri operasyonlar ve  uluslararası hukuk açısından terörizmin ne olduğu ve terörizmin önlenmesi konusunda savaş ve terörle mücadelede uluslararası hukuk alanında tüm devletleri bağlayıcı genel nitelikli bir hukuk metni olmayışının eksikliği hissediliyor.

Oysa Suriye İç Savaşının siyasi çözümü bu sonucu sağlayacaktır…

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar

15.2.2016