Ahmet Kılıçaslan Aytar; OLMAZ OLMAZ

OLMAZ OLMAZ
ABD Başkanı D. Trump, ulusötesi malî kapitali devirmek ve ulusal üretici kapitalizmi yeniden canlandırmak taahhüdüyle seçimleri kazandı.  
Bu yüzden ABD’nin ulusal üretici kapitalizmi, şimdilerde ulusötesi mali kapitalizm ile çatışıyor.
ABD, kapitalizm öncesi devlete dönüyor ve emperyalizme yeni bir yön veriyor… 
ABD, işte uluslararası ticaret anlaşmalarından geri çekiirken, yeni bir olgu olarak Dünya Ticaret Savaşı yaşanıyor…
 
*
Bu sırada Ortadoğu’da da yakın tarihin sonuna geliniyor… 
Çünkü ABD; 
1- Artık Suriye savaşını bir insani müdahale olarak satma girişimlerinin sona erdiğini, sıranın Suriye’deki savaşa siyasi çözüm bulunmasına geldiğini düşünüyor.
2- İsrail’i kuşatan bu bölgede İslami Cihad terörizmi ile suçladığı İran İslam Cumhuriyeti’nin  bütün ağırlıklarıyla  Suriye’den çekilmesini, 
3- Hakeza emperyal Osmanlı emellerine önderlik eden Türkiye’nin de  Balkanlarda, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de gösterdiği Sünni İslamcılık girişkenliğini,
Suriye ve Irak’tan başlayarak sonlandırmasını ve Türkiye’nin yeniden ABD ve NATO ittifakının güvenilir bir ortağı olmasını öngörüyor…
 
*
Ancak 7-8 Ağustos’ta Beyrut’ta  BM Batı Asya Ekonomik ve Sosyal Komisyonu’nun (ESCWA)  Suriye’nin yeniden inşası ile ilgili toplantısı, 
Doğrusu, bugün Türkiye’de yaşanan ekonomik krizle birlikte yeni bir bakışı da gerektiriyor. 
 
*
Komisyon Suriye’de savaşın yol açtığı hasarın yeniden inşası için en az 388 milyar dolarlık ihtiyaç bildirmiştir.
Ama Suriye’nin İslamcı Cihatçılar tarafından yıkılmasını finanse eden 114 devletin herbiri, ülkenin yeniden inşa edilmesine katkıda bulunmayı reddetmiştir. 
Halbuki tümü savaş suçu işlemiş ve  hepsi bir şekilde bu savaştan kazanmıştır.
Üstelik tümü yakın zamana kadar Suriye’nin yeniden inşasıyla zenginleşmenin umudundaydılar!  
 
Çünkü ABD Başkanı D.Trump, Suriye Savaşını malî çıkarları için örgütlenen ulusötesi şirketlerin  bir saldırı savaşı olarak değerlendiriyor.
Kendinden önceki yönetimleri, Amerikalılar için değil ulusötesi malî çevrelerin çıkarlarına hizmet etmekle itham ediyor.
Dünyada bir Ticaret Savaşı sürerken, askeri birliklerinin ve İstihbarat unsurlarının artık merkeze dönmesini öngörüyor.   
Bu yüzden 2004’ten beri savaşan ABD’ nin  bundan sonraki savaşlarına bir cent dahi vermek istemiyor.
Suriye’nin yeniden inşası için gerekli 388 milyar dolarlık ceremeden ABD’nin sorumlu olmayacağını,
Ancak bu ceremeyi savaştan çıkar sağlayan ulusötesi şirketlerin ödemesi gereğini  düşünüyor…
 
*
İşte Suriye’de iş yapan  ve değeri yüzlerce milyar dolar olan bazı ulusötesi şirketler;
Raytheon Şirketi; havacılık, uzay, siber sistemler ve savunma sanayiinde, 
Boeing; savaş uçakları, nakliye uçakları, silah sanayii ve siber güvenlik alanında,
General Dynamics; savaş sistemleri, uçak, havacılık, iletişim, deniz ve  füze sistemlerinde, 
Northrop Grummuçak gemisi, savaş uçağı, savaş gemisi, füzeler, uydular ve bilişim teknolojisinde,
Lockheed Martin  ileri uzay teknolojileri, havacılık ve savunma sanayiinde,
Lafarge ; Çimento, agrega ve beton, çatı malzemeleri, alçı ve alçı levha sanayiinde,  
Exxon Mobil, Chevron ve Conocco Phillips  hidrokarbon endüstrisinde faaliyet gösteriyor.   
Caterpillar, Toyato ve bir çok  şirket daha…
 
*
Şimdi şirketlerden tazminat alınması için Suriye Arap Cumhuriyeti’nin,
Doğrudan doğruya ilgili şirketlerin merkezlerinin bulunduğu ülkelerdeki mahkemelerde haciz davaları açma hakkını kullanmasını gerekiyor.
Bundan önceki tazminata yol açan  tüm savaşların ardından ulusal şirketlerin  haczedilmesi bu işin hukuki yolunu açıyor.    
Bu yol açıktır ve Suriye hükümetinin Başkan Trump’ın gerekçelerini kullanarak ABD yönetimin desteğini alacağı da öngörülüyor.
Suriye’nin yeniden inşa edilmesiyle ilgili finansmanın bulunması sorunu, çok zengin şirketler sayesinde çözüme yakın görülüyor…
 
*
Ama bu şirketlere bedel ödetmek,
Cihatçıları doğrudan finanse eden Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye gibi ülkelerden tazminatlar alınmasını engellemiyor.     
O yüzden bu ülkelerde bir telaş yaşanıyor…
 
*
Mesela Türkiye; şimdiye kadar görülmemiş biçimde bölünme aşamasına getiren Erdoğan’ın,
Totaliter güce kavuşması ile birlikte bir zamanlar izinden gittiği Batılı örneklere hızla veda ediyor.
Erdoğan açıkça İslamcılığın şampiyonu olmak için Liberal Uluslararası Düzen’de kendini yeniden icat etmeye çalışıyor…
 
*
Bu güce varmak için iktidar olduğu ilk günden bu yana İslamcı sermayeyi parlattı.
İslamcı sermayenin dışındaki Marmara sermayesinin yüksek borç yüküne ve dolarizasyon ile ekonomilerini daha fazla yürütmelerine göz yumdu.  
Ancak dış finansmana  bağımlı ekonomik yapı çökme riski taşıyacak ve borç verenler emir vermeye başlayacaktı..
Üstelik 2013’te FED Başkanı Bernanke, dövizin bolluğunun biteceğini ilan etmişti.
Şimdi Türkiye’deki bu şirketlerin dövizli borç stoku  yaklaşık 300 milyar dolardır…
Ayrıca Türkiye, Cari açık: Dış finansman ihtiyacı : Riskleri yüksek olan ekonomiden döviz çıkışı olması: Liradaki aşırı değer kaybı: Yüksek enflasyon: İflaslar : Artan işsizlik
tehditleri ile karşı karşıya bulunuyor.
 
*
Bu sırada ekonomik milliyetçiliğini kucaklamanın acelesindeki ABD Başkanı D. Trump,
Tüm dünyada İslami Cihad tehditlerinin tırmanmasını geri çevirmek, 
Suriye ile ilgili tazminatların yolunu açmak ve Erdoğan’ı yıpratmak için Türkiye’yi ekonomik yaptırımlarla tehdit ediyor…
 
*
Türkiye birbirini tetikleyen  devalüasyon, enflasyon ve faiz sarmalına girmiştir.
Şimdi Türkiye vatandaşları hızla fakirleşiyor, şirketlerin değeri düşüyor ve el değiştirmelerinin zamanı geliyor.
Nitekim uluslararası yatırımcı Marc Faber, Türkiye’nin yeni iş birlikleri konusunda seçenekleri bulunduğunu belirterek,
“Türk hisseleri ABD doları üzerinde değerlendiriliyor. Şu anda alım sınırı içerisindeler. Bir miktar  Borsa Yatırım Fonu ‘ Exchange Traded Funds” alacağım. Türk varlıklarına yatırım yapma zamanı geldi” diyor…
 
*
Böylece Türkiye’de,  yerli ya da yabancıya servet transferi sürecine mi giriyor,
Yoksa Erdoğan, İslamcı sermayesiyle yapacağı servet transferiyle totaliter gücünü daha güçlendirmeye mi koşuyor, soruları yankılanıyor… 
 
*
Nasıl?
Erdoğan Türk lirasının değeri düşerken , liranın kredi faizlerini yüksek tutarak likiditeyi sınırlamış,
Şirketlerin Türk lirasıyla kredi alıp, açık döviz pozisyonlarını kapatmalarını engellemiştir.
Zaten Bankacılık  sektörü de  bu kadar yüklü krediyi  verecek durumda değildir.
Nitekim enflasyon artar ve satışlar düşerken, şirketler nakit krizine girmeye başlamışlardır.
 
*
Bir vakitten sonra şirketlerin işçi çıkartmak,
Yetmeyince varlıklarını satmaktan başka çareleri kalmayacak ve varlıklar çok ucuza elden çıkarılacaktır.
O sırada  Bankalar sıkışacak ve aldıkları  kredileri ödeme yükümlülüklerini yerine getiremezken, 
Yavaş yavaş iştiraklerini, hisse senetlerini, alacaklarını ve tüm varlıklarını elden çıkarmanın yoluna bakacaklardır.
 
*
Sıra Merkez Bankası ve Hazine’den destek istemeye gelince;
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu ( TMSF), banka yönetimlerine kayyum atayacak,  
Kayyum ise bankaların sahip olduğu tüm varlıkları İslami sermayeye satacaktır…
 
*
Artık o saatte Türkiye’de bankaların ya da paranın sahibi İslamcı sermayedir. 
Türkiye İslam Cumhuriyeti kurulmuş, Erdoğan Halife olmuştur.
Yok efendim Suriye’de savaş suçları, yolsuzluklar, kara para ticaretleri bilumum suçtan ne yargı  ne de ABD’den korku kalmıştır.
ABD’ nin Zarrab davasından Halk Bankasına vereceği bilmem ne kadar milyar dolarlık ceza;
Suriye’nin yeniden imarında TOKİ’nin ihtiyaçlarına kullanılır… 
 
Bakınız, Bakan Albayrak, “100 Günlük Eylem Planı”nında, 
Emlak Bankası ve Kalkınma Bankası adıyla iki yeni bankanın kurulacağının müjdesini vermiştir!
 
17. 8. 2018