Ahmet Kılıçaslan Aytar; MÜLTECİLER VE FİRAVUNLAR

MÜLTECİLER VE FİRAVUNLAR
1939′ da Alman transatlantiği MS St. Louis, Almanya’dan uzaklaşmayı isteyen 937 Yahudi mülteciyle  Hamburg’tan Küba’ya yola çıktı.
Yolcuların hepsinde Küba’ya giriş izni veren belgeleri vardı.
Sonunda ABD’ye iltica etmeyi planlıyorlardı ve kabul için bekleme listesindeydiler.
Gemi Havana limanına girdi ama Küba Devlet Başkanı M. Mariano Gomez belgeleri reddetti.
Havana limanından ayrıldılar, Florida kıyılarında seyrediyorlardı ki; kaptan yardım talebinde bulundu.
Bu kez Başkan Roosevelt yönetimi de mültecileri kabul etmedi. 
ABD Sahil Koruma gemileri gemiden atlayarak karaya çıkmak isteyenleri engellemek üzere devriye geziyor, geminin demir atmasına izin verilmiyordu.
Mecburen yeniden Avrupa’ya, Anvers limanına geri döndüler.
Yolcuları Belçika, Hollanda, İngiltere ve Fransa kabul etti.
Ama birkaç ay içinde Almanlar batı Avrupa’ya girdi.
Belçika, Hollanda ve Fransa’ya gelenler Nazi istilasına yakalandı, 254’ü Holokost’ta öldü. 
Yıllar sonra 2012’de ABD Dışişleri Bakanlığı özür diledi…
 
*
Ancak özürler benzer durumlarla karşılaşan insanlara çok az şey ifade ediyor.
II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük mülteci krizi yaşanıyor. 
Bugün 22,5 milyon insan başka yerlere sığınmak için ülkelerini terk etmiştir. 
Milyonlarca mülteci, ciddi  acılar yaşıyor, zararlarla karşı karşıyadırlar.
2016’da bu mültecilerin ancak yüzde 1’i olan 189 bin kişi sığındıkları ülkeye yerleştirildi!
Bakınız, dünyanın dört bir yanından hükümetler, MS St. Louis’in günümüz eşdeğerleriyle neler yaşıyor?
 
*
Başkan D. Trump, mültecilerin kabulünde mevcut yıllık sayıyı 1980’den bu yana en düşük seviyeye 70 binden 45 bine indirgedi.
Yönetimi bu düşük sayıya bile ulaşılmaması için elinden geleni yapıyor…
Başkan Obama son yılında 15 bin Suriyeli mülteciyi kabul etmişti, Trump yönetimi bu yıl 11 bin Suriyeli mülteciye izin veriyor.
ABD’den mümkün olduğu kadar çok mültecinin kovulması için sığınmacıların çete savaşları, aile içi şiddet gibi nedenleri, Geçici Koruma Statülerini iptal edilmiştir…
 
*
Hâlâ iç savaşla sarsılan Suriye, 5.5 milyondan fazla insanla dünyanın en büyük sığınmacı grubunu oluşturuyor.
Çoğunlukla Lübnan, Ürdün ve Türkiye’dedirler.
Türkiye 2011’de Suriye’de daha çatışmalar başlamadan mülteci kamplarını hazırladı, sınır bölgelerinde yollar açtı.
ABD konsolosluk görevlileri ve muhalif Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) Hatay’da  ardarda toplantılar yaptı.
ÖSO’ ya destek için ABD, İngiltere, Fransa, Ürdün, BAE ve Türk  Ordusu’nun bir dizi silahlı personeli gizli görev bahanesiyle faaliyette bulundu.
Aynı zamanda Hatay Yayladağı’da güvenlik gerekçesiyle cihatçı teröristlerin geçişini sağlayacak bir çadır kent hazır edildi. 
Halbuki Türkiye,1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Cenevre Sözleşmesi’ne “coğrafi kısıtlama” ile taraf olduğu için sadece Avrupalılara mülteci statüsü
verebilirdi.
Erdoğan’ın vatandaşlık verdiği Suriyeliler mülteci dahi değildller.
Giderek cihatçı terörist kimlikleri ortaya çıktı ama Türkiye’nin her yerine dağıldılar.
Erdoğan’dan gelecek “Kürtleri kırmak ve Osmanlı’yı diriltmek” doğrultusunda yeni talimatlar beklemeye başladılar.
Bir taraftan da Erdoğan, mültecileri  sığınmacı anlaşmasıyla  AB’ye karşı müthiş bir silah olarak kullanıyor… 
 
*
Afganistan, dünyanın en fakir ve en fazla şiddet yaşanan ülkelerinden biridir.
Suriye’den sonra dünyanın en çok mültecisini üretti.
Ülkede yerinden edilmiş ve çoğu Pakistan ya da İran’da yaşayan yaklaşık 6 milyon Afganlı mülteci giderek cihatçı kesildiler.
Avrupa’da yaklaşık 300 bin Afgan mülteci yaşıyor.
Birçok kişi sığınma başvurusunda bulunmuştur ama Avrupa hükümetleri, Afganistan’ın artık geri dönenler için yeterli bir tehlike oluşturmadığını savunuyor ve başvuruları reddediyor.
Halbuki İsyancılar  hala Afgan topraklarının yaklaşık yüzde 40’ını kontrol ediyor.
Şehirler sık sık saldırılara sahne oluyor. 
Sadece geçen yıl 20 binden fazla Afganlı, güvenlik güçleri ve Taliban savaşçılarının çatışmasında öldü!
Ocak’tan beri İran 242 bin, Pakistan 260 bin mülteciyi ya da işe yaramaz cihatçıyı Afganistan’a iade etti.
Geri dönenler için iş yoktur ve uluslararası kuruluşlardan  çok zorluklarla yardım alınıyor.
Yakın tarihli bir ateşkes, Afgan hükümeti ve Taliban arasında  barış  anlaşması umuduna yol açtı ama Taliban savaşa devam etmeye yemin etmiştir!
 
*
Savaştan ve insan hakları ihlallerinde kaçan yaklaşık 35.000 Eritre ve Sudanlı İsrail’de sığınma talebinde bulundu. 
Pek çoğu on yıldan beri İsrail’de yaşıyor, İbranice konuşuyor, çocuklarını İsrail okullarına gönderiyor.
Ama İsrail hükümeti onları Ruanda veya Uganda’ya sürgün etmek istiyor.
Kuzey Kore’deki insan hakları durumu, özellikle çalışma kamplarında kalan 80 bin ila 130 bin kişi için oldukça kötüdür.
On binlerce Kuzey Koreli, Çin ve diğer ülkelere kaçmıştır.
Çin, Kuzey Korelileri sınır boyunca gözaltına alıyor.
Geri gönderme tehdidi, Kuzey Kore kadınlarını insan ticaretine ve fuhşa maruz bırakıyor.
Kuzey Koreliler geri dönmeleri halinde Gulag takımadalarında hapis cezasına çarptırılıyor.
 
*
1939’da ABD ve Küba, Avrupa’dan gelen büyük bir mülteci grubuna yardım etmeyi reddetmişti.
Bu politikayı dün ya da bugün benimseyen dünya liderlerinin hiçbir utancı yoktur.
Bugün, dünya umutsuzca büyüyen bir mülteci akınıyla karşı karşıyadır ve onlara verilecek yanıt aynıdır: “Kaçtığın Cehenneme Geri Dön! “
*
Bu noktada dünyanın en zengin adamı Amazon kurucusu Jeff Bezos,
“Dünya mülteci çağında yaşıyor. 
 Amazon’ da kazandığım bu kadar çok mali kaynağı dağıtmak için görebildiğim tek yol;
Uzayın keşfini ve kolonileşmesini finanse etmek ve uzay yolculuğuna dönüştürmektir” diyor!
 
*
Aslında kaçış fantazilerinin ardında son elli yılın neoliberalizminin baskın siyasi gerginliği bulunuyor.
Bezos’un fantazisi de  teknolojik ütopyacılık diliyle bezenmiş olmasına rağmen yaşanan  felaketin bir dışavurumudur….
O uzay mültecisi olmak istiyor!
 
 
5.8.2018
AHMET KILIÇASLAN AYTAR