Ahmet Kılıçaslan Aytar; İSLAMCI EKONOMİYLE BİR KESİMİN YOKSULLAŞTIRILMASI VE SONRASI

İSLAMCI EKONOMİYLE BİR KESİMİN YOKSULLAŞTIRMASI VE SONRASI

Türkiye Varlık Fon’u; Fon’a yapılan hisse devirlerinin şirketler üzerindeki siyasi kontrolü arttıracağı ve yavaşlayan ekonominin canlandırılması için mega projelerin finansmanında kullanılacağı teziyle Ağustos’ta kuruldu.

Dün aralarında Ziraat Bankası, Borsa İstanbul, BOTAŞ, PTT, THY gibi kamuya ait özelleştirilmesi mümkün olmayan ya da bir şekilde özelleştirilemeyen kamu kurumlarının hazine hisseleri ve birçok kentte hazine arazisi Türkiye Varlık Fonu’na devredildi.

 

*

Ve anlaşıldı Vehbi’nin kerrakesi….

 

*

Fon’un kurulduğu günden beri bilinen ve eleştirilen amacı yeniden gündeme geldi.

İşin özü şuydu:

İslamcı hükümetin denetiminde Fon’a bağlanan kurum ve kıymetlerin gelirleri, hisse senetleri, varlıkları bu fona aktarılacak, fon bunları teminat göstererek iç ve dış piyasalardan borçlanacaktır.

Sonra borçlanmayla sağlanan kaynaklar; Sayıştay denetimi olmaksızın 3.havalimanı, sağlık kampüsleri, otoyollar gibi yeni ya da batık durumdaki mega projeleri taahhüt eden ya da sıkıntıya düşen başka sektörlerdeki İslamcı sermayenin yararlanmasına açılacaktır…

Böylece İslamcı bir rejimin oluşturulmasının gereği İslamcı sermayenin hizmetine açık, neredeyse merkezi bütçeye paralel bir bütçe oluşturmak yolunda bir hamle daha yapılmıştır…

 

*

Bakınız, süreç nerelerden geliyor, bir örnekle nasıl çalışıyor ve nereye gidiyor?

 

*

2008’den beri “Batılı şirketler” merkez bankalarının sağladığı aşırı ucuz parayı;

Şirket birleşmeleri, şirket satın alımları, hisse senedi geri alımları ve emlâk piyasası yatırımlarında kullandılar.

Biriktirdikleri kârları yeniden yatırıma sokmak yerine malî piyasalarda spekülatif faaliyetlere yönelttiler.

 

*

Kâr oranları, yalnızca şirketlere ve finans kurumlarına akan ulusal gelir kısmının arttırılmasıyla ayakta tutulabildi ya da yükseltildi.

Ama üretkenlik artışı ya da ulusal gelirler düştü.

Bu tür bir asalaklık firmaların kâr-zarar hanesini yukarıya çekiyordu ama bütün olarak reel ekonomide daha fazla durgunluğa yol açıldı…

 

*

Giderek halklara yoksullaşma dayatıldı.

Halbuki halkların sonu gelmeyen kemer sıkması asla doğal bir gelişme değildir.

Bu kâr sisteminin bir kutupta olağanüstü bir servet, diğerinde ise yoksulluk ve sefalet üreten işleyişinin acımasız mantığının sonucudur.

 

*

Halbuki ABD, küresel sisteme karşı yapılacak hareketleri demokrasi karşıtı olarak tanımlamakta,

Ulusal devletlerin sisteme başkaldırmasının engellenmesinin ideolojik aygıtı olarak açık toplum modelini geliştirmektedir…

ABD, bu durumlarla karşılaşınca şimdilerde, küresel krizlere karşı yapılacak ön müdahalenin krizin faturasını düşüreceği  tezinden ilerliyor.

Nitekim 28 Ekim’de BM Güvenlik Konseyi’nde, birleşmiş milletlerin Rusya ve Çin’in fiili olarak içinde yer aldığı Şanghay İşbirliği Örgütü ile çalışmasını reddetmiş,

Böylece iki ayrı yönetimin olduğu tek bir dünya oluşturmuştur.

Biri, ABD’nin yönettiği tek kutuplu dünya,

Diğeri, kurallarını koyduğu bir esasta, Rusya ile Çin’in çevreleriyle kendi aralarında işbirliği yaptıkları devletlerin dünyası…

 

*

İki farklı dünya arasında çok az geçiş olacaktır.

Bu küresel serbest ticarete, ekonomik küreselleşmeye ara verilmesidir.

Artık bütün ülkeler için üretmek,üretmek,üretmek ve tasarruf vazgeçilmez unsurlardır.

 

*

2003-2014’de Türkiye’ye de yabancı sermaye yatırımı girişi Cumhuriyet tarihinde görülmemiş büyük bir artış sağlamış ne ki, bu artış büyümeye pozitif katkı sağlamamıştır.

Çünkü yabancı sermayenin önemli bölümü inşaat sektörüne yatırım için gelmiş, büyümeye bir defalık katkı yapmış,

Ya da yeni yatırımdan çok özelleştirmelerden mevcut tesisleri ve şirketleri satın almak için kullanılmıştır…

 

*

Bu yüzden şimdilerde gelen yabancı sermaye kâr transferlerine hız veriyor.

Yani büyümeye katkı yapmıyor sadece cari açığın finansmanına katkı sağlıyor,

Bundan böyle de cari açığa ek finansman sorunu yaratacaktır.

Bütün bu durum Türkiye Varlık Fon’unun da geleceğine  işaret sayılmalıdır…

 

*

Üstelik, mesela 2016’da Türkiye ekonomisi küresel ve jeopolitik gelişmelerin etkisiyle daralmıştır.

OHAL şartları: İŞİD ile süren savaş ortamı: Avrupa Parlamentosunun Türkiye ile görüşmeleri durdurma tavsiyesi: Siyasi gelişmeler ve jeopolitik risklerin turizmi etkilemesi: Özel sektöre yönelik operasyonların hız kazanması: Kredi derecelendirme kuruluşlarının not kırması: Büyük projeler hayata geçirilmesi gibi unsurlarla birlikte,

ABD’de D.Trump’ın başkanlık seçimini kazanması ve açıkladığı mali gevşeme programı nedeniyle Dolar’ın bütün dünyada değer kazanmaya başlamasıyla,

TL diğer dünya paralarından daha fazla değer kaybetmiştir.

 

*

Merkez Bankası MB), “TL’yi güçlendirmek için faizi yükseltse ekonominin büyüme ivmesi düşebilir, ekonomiyi canlandırmak için faizi düşürse bu kez kur yükselir ve enflasyon azar” açmazında kalmıştır.

Üstelik ekonomideki sorun sadece faiz artırımıyla ve ekonomide yapısal reformlarla çözülebilir olmaktan da çıkmış, konu İslamcı siyasetin alanına girmiştir…

 

*

Faiz ekonominin bir aracı olmaktan çıkmış, dinin siyasete alet edilmesinin unsuru haline gelmiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan sürekli düşük faizden bahsederek İslamcı seçmeninin gönlünü yaparken, Merkez Bankası ufuktaki “Başkanlık referandumu” öncesinde;

Önce faizi değiştirmeden döviz likidetesini artırmış, TL likiditesini kısmış fakat Dolar/TL kurundaki artışı engelleyememiştir.

 

*

Bu kez MB İslamcı seçmenin gönlünü almak ama esasen gözünü boyamaya yönelik farklı bir işlem yapmıştır.

Nasıl? Bu noktada bir kısa açıklama gerekiyor:

Bankalar, ellerindeki tahvil ve bonoları teminat olarak MB’a veriyor ve repo yaparlarken kendilerine fon oluşturuyorlar.

Politika Faizi, bir hafta vadesi olan repo ihale faiz oranıdır.

MB bankaların repo taleplerini bu politika faizi üzerinden belirliyor.

Bu faiz oranı da kredi faizleri, döviz kuru, mevduat faizleri, kredi miktarlarını etkiliyor ve fiyat istikrarı üzerinden sosyo-ekonomik politikaların uygulanmasına yol açıyor.

 

*

Merkez Bankası, yukarıda belirtildi gibi Dolar/TL kurundaki artışı engelleyemeyince,

Bu kez TL likiditesini sıkıştırmaya ve döviz likiditesini gevşetmeye yönelik  adımlar atmıştır.

Haftalık repo ihalelerini iptal etmiş, bankalara verilen borcun vadesini gecelik vadeye çekerek iyice kısaltmış,neticede politika faizini oluşturmaktan vazgeçmiştir.

BM bunun yerine son borç veren makam olarak, gün sonu ödeme sistemlerinde oluşabilecek sorunların önüne geçmek amacıyla bankalara verdiği limitsiz vadeli TL borçlanma imkanı ve aynı koşullarda TL borç verme imkanı  anlamına gelen Geç Likidite Penceresi’ni (GLP) politika faizi yerine kullanmaya başlamıştır…

 

*

Peki bu noktada faiz nasıl belirleniyor?

MB’nın haftalık ve gecelik faizlerinin ağırlıklı ortalamasına Ağırlıklı Ortalama Fonlama Maliyeti (AOFM) adı veriliyor.

MB kurlara müdahale için bu kez bu maliyetten hareket ediyor.

Mesela müdahale kararı verildiği akşamında AOFM ya da faizi yüzde 8.28 dir.

Haftalık repo ihaleleri iptal edilerek, bankaları gecelik borçlanmaya ve GLP imkânı kullanmaya yönelince; MB’nın ortalama faizi de yükselmiş yüzde 9.01 olmuştur.

Bu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın isteğinin gerçekleşmesi, İslamcı seçmenin gözünün boyanması anlamına geliyor.

Görünürde faiz artmamıştır ama gerçekte artmıştır…

Artık politika faizi alışıldığı üzere yüzde 8.0 gibi bir düzeyde tutuluyor ve bu faiz mevduat ve kredi faizlerinin belirlenmesinde esas alınıyor…

 

*

İslamcı iktidarın son bir ay içinde Türkiye Varlık Fon’una işlerlik kazandırması ve olası sonuçları ile Merkez Bankası eliyle dolar kurundaki artışın engellenmesinde uyguladığı şaşırtmaca;

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’yi bir zaman Selçuklu’nun, Osmanlı’nın egemen olduğu İslam toplumlarındaki siyasal kültürün kadim kurumları ve kültürel kodları yönünde değişiminden yana olan politikalarının bir sonucudur.

 

*

Bir taraftan bir kesim için Osmanlı zımnî sözleşmesi demokrasi kuramı haline getirilmiş,

Osmanlı liberalizminin felsefi dayanakları giderek artıyor,

İslami lehçenin siyasallaşma ve örgütlenmesi tüm devleti ele geçirmiş,

Ekonomi uygulamaları dahi İslamcı bir anlayışla yapılmakta,

Sosyal seferbercilikle halkın İslamcı kodlarda bütünleşmesi tüm hızıyla sürmektedir.

Giderek Osmanlı Devletinin yıkılması ve halifeliğin kaldırılmasıyla başsız ve karmakarışık kaldığı düşünülen İslam ülkelerini;

Ümmetçi anlayışla güçlü kentler üzerinden devletler konfederasyonu oluşturmak hedefiyle şimdi referanduma gidiliyor.

 

*

Kamu sermayesi, fazlası ve eksiği ile birlikte bu milletindir.

Ama alınan kararlarla varlığını “muassır medeniyet düzleminde” kuranlara yoksullaşma dayatılıyor.

İslamcı; yabancılaştırıyor, vatansızlaştırıyor ve devletsizleştiriyor…

8.2.2017

AHMET KILIÇASLAN AYTAR