Ahmet Kılıçaslan Aytar; İKİNCİ HAZİNE İŞ BAŞINDA

İKİNCİ HAZİNE İŞ BAŞINDA

 

2003-2017’de Türkiye’ye yabancı sermaye yatırımı girişindeki büyük artış, büyümeye pozitif katkı sağlamadı.

Çünkü gelen yabancı sermayenin önemli bölümü, inşaat sektörüne yatırıma geldi ve büyümeye bir defalık katkı yaptı.

Ya da yabancı sermaye yeni yatırımdan çok özelleştirmelerden mevcut tesisleri ve şirketleri satın almak için kullanıldı.

*

Üstelik kârlar da yeniden yatırıma sokulmak yerine malî piyasalarda spekülatif faaliyetlere yöneltildi.

Kâr oranları, yalnızca şirketlere ve finans kurumlarına akan ulusal gelir kısmının arttırılmasıyla ayakta tutulabildi ya da yükseltildi.

Ama üretkenlik artışı ya da ulusal gelirler düştü.

*

Bu tür bir asalaklık firmaların kâr-zarar hanesini yukarıya çekti ama bir bütün olarak reel ekonomide daha fazla durgunluğa yol açıldı.

Sonuçta giderek dayatılan ve artan yoksullaşmaya ulaşıldı.

*

Halbuki halkların sonu gelmeyen kemer sıkması doğal bir gelişme değildir.

Bu kâr sisteminin bir kutupta olağanüstü servet, diğer kutupta ise yoksulluk ve sefalet üreten işleyişinin acımasız mantığının sonucuydu…

Ama bu sonuca yoksullar bile aldırmadlar…

*

Şimdilerde gelen yabancı sermaye kâr transferlerine hız vermiştir.

Yani büyümeye katkı yapmıyor sadece cari açığın finansmanına katkı sağlıyor ki;

Türkiye cari açığa ek finansman sorunu yaşıyor…

*

Nitekim 2017 yılında 47.5 milyar TL açık vereceği öngörülen bütçe için ilk altı ayda 46.5 milyar TL’lik borçlanma yapılmıştır.

Ama Kamu Finansmanı ve Borç Yönetimi Yasası Hazine’ye borçlanma limit arttırımını iki kez yüzde 5 olarak tanıyor.

Bu arttırımlarla Hazine’nin 2017 yılı borçlanma limiti 52.2 milyar TL’ ye yükseliyor.

Yani Hazine’nin  2017 ikinci altı ayında 52.2 – 46.5 = 5.7 milyar TL’lik borçlanma hakkı daha kalmış bulunuyor…

*

Türkiye ekonomisinin bu çıkmazdan kurtulması için Kamu mali disiplinini sağlaması ve sağlam bankalara ihtiyacı vardır.

Halbuki hükümet büyümedeki düşüşü aşmak ve işsizliği azaltmak için kamu harcamalarını arttıran, vergileri erteleyen ya da düşüren önlemler uyguluyor.

Bu önlemlere yüksek faiz politikasıyla sıkı tutulan para politikası, bütçe açıklarını arttıran gevşek maliye politikası eşlik ediyor!

*

Ekonominin durumu çok kötüdür.

Ama AKP Genel Başkanı R.T.Erdoğan, Türkiye Hazinesinin borçlanma zorluğunu aşacak formüle de sahiptir!

İşte,” İslamcı Türkiye inşa planı doğrultusunda  Kontrollü 15 Temmuz 2016 Darbesi’nden ” sonra,

Ülke çapında yapılan derin operasyonların bir parçası olarak 19 Ağustos’ta, Başbakanlığa bağlı bir “Varlık Fonu” oluşturmuştur…

*

Fon; BOTAŞ, TPAO, THY, PTT, ÇAYKUR, HALKBANK, ETİ MADEN, Savunma Sanayi Fonu ve Ziraat Bankasını ve daha birçok işletmeyi kapsıyor.

Hiç bir sınır ve denetim tanımıyor, özel bir  hukuku vardır, sonsuz yetkili ve sıfır sorumluluktadır…

İslami finansman varlıklarının kullanımının yaygınlaştırılmasını hedefliyor.

*

Ne ki, bu noktada insaflı olmak gerekiyor.

Varlık Fonu’na aktarılan işletmelerin Hazine’ye vergi dışı gelir olarak ödedikleri milyarlarca liranın artık ödenmeyeceğini, bundan böyle daha büyük bütçe açığı olacağına dikkat çekilmelidir…

*

Türkiye Varlık Fonu, ilk iş olarak bütçe fazlası veren, refah seviyesi yüksek ülkelerin kurduğu varlık fonlarının oluşturduğu Uluslararası Varlık Fonları Forumu’na (IFSWF) üye olmuştur.

IFSWF bünyesinde ABD, Rusya, Çin, Katar, Singapur, Kanada, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Malezya gibi 28 ülkeye ait 30 ayrı varlık fonu barındırıyor.

*

Uluslararası standartlara uygun prensiplerle yeni ortaklıklar kurulmasına zemin hazırlıyor.

Şimdi Türkiye Varlık Fonu, Bakanlar Kurulu’na sunulan 3 yıllık stratejik planının onaylanmasının ardından IFSWF’nin Eylül ayında Astana’da yapılacak yıllık toplantısına katılmaya hazırlanıyor.

*

Ne ki, Türkiye Varlık Fonu; IFSWF çatısı altındaki varlık fonlarına benzemiyor.

O fonlar bütçe fazlası veren ülkelere aittir; altın ve petrol gibi doğal kaynakların gelirlerini

ya da Bireysel Emeklilik, İşsizlik vb. fonların paralarını kaynak olarak kullanıyor.

Bu farklılık Türkiye Varlık Fonu’nun, Kamu Finansmanı ve Borç Yönetimi Yasası’nda yapılan bir değişiklikle Hazine garantisi olmadan;

Elindeki işletmelerin hisselerini rehin vererek dışarıdan borçlanabilmenin yolunu açıyor

*

Böylece “İslâmî finansta faizle borçlanmak zaruret hali dışında meşru değildir” esası bypass ediliyor.

Bu sebeple devletlerin ve İslâmî hassasiyet taşıyan büyük kuruluşların ticârî işlemler yoluyla nakit temin etmeleri ve faizsiz gelir elde etmek isteyenlere de bir yatırım aracı sunmak amacıyla “sukuk ihracı”nın  yolu açılıyor.

*

Rehin vererek borçlanma sisteminin esasını Hz.Muhammed’in “Rehin, rehin veren sahibine tamamen kapatılmaz, geri alması hakkı engellenmez. O rehinin kazancı onun lehinedir. Zararı da onun aleyhinedir” ifadesi belirliyor.

Nitekim “Sukuk” ticari bir varlığın menkul kıymetleştirilerek sertifikalar aracılığıyla satımıdır.

Bu sertifikalardan alanlar söz konusu varlığa ellerindeki sertifikalar oranında ortaktır, dolayısıyla söz konusu varlığın geliri de onlara ait oluyor…

*

1854′ te Osmanlı İmparatorluğu büyük bir iç borç, para arzındaki şişkinlik ve fiyat artışı, açık veren dış ticaret dengesi, büyük bütçe açığı ile mali bunalımdaydı.

Ekonomik gidişat ve gelir yetersizlikleri dış borcu gerekli kılıyordu.

Müslüman ülkelerden borç alma girişimleri sonuçsuz kalınca, daha önce yabancılardan borç almanın mekruh olduğunu bildiren Şeyhülislam, zorunluluk karşısında borç alınmasında sakınca olmadığının fetvasını verdi.

*

Ve Osmanlı  1854 Kırım Savaşı sonrası savaşa müttefikİ olarak katılan İngiltere ve Fransa’dan ilk dış borcunu aldı.

Giderek  düzenli bütçe gelirlerinden yoksun bırakacak bir uygulamaya geçti.

Her yeni borç tahvili satıldığında, ödemeleri güvence altına alabilmek için belirli bütçe gelirlerinin ipotek edilmesi, her para verenin ileri süreceği her koşulu kabullenme dönemi başladı.

*

Osmanlı 1876’da alınmış borçları ödemede aciz duruma düştü ve moratoryum ilan ederek tüm borç ve faizlerinin ödemesine son verdi.

1878 Berlin Kongresi; İngiltere, Fransa, Rusya gibi güçlerin tutum değiştirip imparatorluğun yağmalanmasına yönelik politikalarının yaşama geçtiği bir dönüm noktası oldu.

1881’de Muharrem Kararnamesi’ne göre Osmanlı İmparatorluğu’nun dış borçlarını ödeyememesi sonucu, borç ödemelerini güvence altına alacak olan vergi kaynaklarının toplanması ve denetimi işlevi Düyun-u Umumiye İdaresi’ne bırakıldı…

*

Benzer borçlanma 1984’de Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde otoyol, köprü ve baraj projelerine finansman sağlamak amacıyla kurulan Kamu Ortaklığı Fonu ile de yapıldı.

Fonun en büyük gelir kaynağını menkul kıymet ihracı su­retiyle iç borçlanmalar (gelir ortak­lığı senetleri) oluşturuyordu.

2001’de tasfiye edildiğinde borçlarını ödemekte büyük sıkıntılar yaşandı.

*

Türkiye Varlık Fonuyla birlikte ülke ekonomisinde “Tek Hazine “ilkesi kalmamıştır.

Şimdi Türkiye Varlık Fonu ikinci bir kamu otoritesi olarak IFSWF’nin Astana Toplantısı’dan itibaren  içeriden ve dışarıdan borçlanmaya hazırlanıyor…

Lâiklerden de çıt çıkmıyor…

 

15.8.2017

AHMET KILIÇASLAN AYTAR