Ahmet Kılıçaslan Aytar; ERDOĞAN’IN DOĞU AKDENİZ’İ

ERDOĞAN’IN DOĞU AKDENİZ’İ
Erdoğan önyargıları  üzerinden hem dış politikasında hem ülkedeki icraatlarında reel politika üretemiyor.
Ama bu kimliği ile Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’e nizam vermeye yelteniyor!
Batı’da giderek yalnızlaşmıştır.
Bütün dünyada  çok büyük bir kesim tarafından durdurulmak  isteniyor.

*
Erdoğan’ın yalnızlaşması  Batıcılık-Lâiklik ile Osmanlıcılık-İslamcılık arasındaki nüanslardan kaynaklanıyor.
İlki, rejimleri ve işleyişlerinde sınırsız uygarlık için oluşturulan sistematiklerle vicdan ve düşünce özgürlüklerini amaçlayan özgür insanlar yetiştirmeyi amaçlıyor.
Diğeri islamcı bir rejim ve işleyişinde getirilen sistematikle  vatandaşlık yerine din, eşitlikler yerine din birliği, adalet yerine insan olmayı öngörüyor.
Sonuçta Osmanlıcılık ve İslamcılık dinamik bir toplumsal yapının inşa edilmesine olanak tanımayan tükenmiş, laftan öteye geçmeyen  bir ideolojiden geliyor…
Öyle bir ideoloji ki; Tanrı adına zorbalığa, vatandaşlık adına kula biata ve sadece sağa-sola afralı tafralı babalanmalara dayanıyor.
 
*
Ama bir küresel gafletten faydalanan Erdoğan, ideolojisi doğrultusunda icra-yürütme-yargı kuvvetlerini tek elde toplamış,
Tüm kurumlar ve silahlı kuvvetler üzerinden Türkiye Cumhuriyetine el koymuştur.
Ekonomik dengeleri yeniden düzenleyerek, devleti Osmanlı’nın İslam toplumlarındaki siyasal kültürün kurumları ve kodlarına yönelik politikalarıyla kurumsallaştırmaya çalışıyor.

*
Konuştukça dünya için ciddi bir belaya dönüşen çağdışı İslamcı ideolojisinin ve örgütler kanlı salyalarıyla  hışmı insanlığı korkutuyor…
İşte Erdoğan bu defa yeni parti kuracak olanları ‘Ümmeti bölüyorlar’ açıklamasıyla susturmaya çalışıyor!.

*
Halbuki Türkiye her alanda ve Batı ile olan ilişkilerinde ve Rus S-400 füzelerinin teslimi ve F-35 projesinin askıya alınmasıyla bir kargaşadadır.
Ama bu kargaşa halleri Doğu Akdeniz’deki gerilimlerle kıyaslandığında küçük kalıyor!

*
Nil ve Levant jeolojik havzalarının hidrokarbon zenginlikleri Mısır ekonomisini çoktan değiştirmiştir.
İsrail’in enerji seçenekleri genişlemiş,
Kıbrıs için benzer  bir iyileşme olasılığı;
Erdoğan’ın tehlikeli bir güç oyunuyla baltalanıyor…

*
Erdoğan, Akdeniz’de kendi sularında petrol veya doğal gaz bulamamıştır.
Uluslararası toplumun Kıbrıs’ın özel ekonomik bölgesinin (EEZ) bir parçası olarak gördüğü alanlarda hak iddia ediyor.
İsrail, Mısır  ve Yunanistan ile diplomatik  temaslar kesilmiş gibidir ve  bunların Türkiye ile askeri bir çatışma potansiyeli giderek artıyor.
Bu bölgede  tehlikeli tırmanış potansiyelinin kangren haline dönüşmesine izin verilip verilmeyeceği endişeyle izleniyor.

*
Bölgedeki gündemi deniz yetki alanları belirliyor.
Karasuları bir devletin deniz kıyıları boyunca, genişliği uluslararası anlaşmalarla saptanmış deniz kuşağıdır.
Devletler bu alandaki su yatağında, deniz altında ve hava sahasında  tam egemenlik sahibidir.

*
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesine göre, bir ülkenin kara suları denize 12 deniz mili kadar uzanıyor.
Ancak EEZ balıkçılık, madencilik ve sondaj haklarını talep edebileceği ilave 200 mil uzatılabiliniyor.
Türkiye ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasında deniz mesafesi 424 milden azdır.
Bu yüzden iki ülkenin EEZ’leri arasında kararlaştırılan bir ayrım çizgisinin belirlenmesi gerekiyor..  
Süratle Akdeniz ve Ege parametrelerinde değişim talep ediliyor…

*
1970’lerden itibaren Yunanistan dışında tüm kıyı devletleri karasularını 12 mile genişletti.  
1982’de 12 millik karasuyu  BM Deniz Hukuku Sözleşmes’inin 3. maddesinin şartı oldu.
Türkiye, Sözleşme’nin imzacısı olmadı, yine de uluslararası hukuk kurallarının kodlanmasını temsil eden anlaşmanın unsurlarını takip etmek zorundadır.

*
1974’de Türkiye,  Yunanistan’ın karasularını 12 mile genişlettiğinin farkına varınca ve Yunanistan’ın ihlalleri devam edince,  
8 Haziran 1995’te TBMM, Yunanistan’ın Ege’de karasularını 12 mile çıkarmasını önlemek için ‘Casus belli’ (Savaş nedeni) kararı aldı.  
Şimdi Türkiye o günlerden beri sözleşmeye  katılmadığı için Yunanistan ile karasuları sorunu yaşıyor…
Daha geniş karasuyu  iddia eden devletler  karşılıklı uzlaşma sağlamalıdır.  

*
Yunanistan 1936’da karasularını normal taban çizgisinden ölçülen 6 deniz mili,  
Ulusal hava sahasını ise 1931 tarihli mevzuata göre  10 mil deniz mili sınırı olarak koruyor.
Türkiye ise 1964’den beri  karasuları egemenliğini Ege’de 6 mil, Karadeniz ve Akdeniz’de 12 mil olarak,
Ulusal hava sahasını ise 1931 tarihli mevzuata göre 10 deniz mili olarak uyguluyor.

*
Türkiye, Ege Denizi’nde Yunanistan’ın deniz sınırlarını 12 mile  kadar genişletmesine izin vermeyen “özel şartlar” oluşturduğunu savunuyor.
Ege’de bir devletin karasularını her zaman sonuna kadar uzatamayacağı,
Bir devletin karasuyunu genişletilebileceği maksimum sınırın 12 mil olduğundan yanadır.
Aksi takdirde Ege Denizi, Yunanistan egemenliğinde bir göle dönüşecek, bu durum Türkiye’nin bölgedeki “hayati çıkarları” na ters düşecektir.
Türkiye, Ege gibi kapalı veya yarı kapalı denizleri sınırlayan devletlerde; deniz sınırlarının genişletilmesinin ancak kıyı komşunun rızasıyla gerçekleşebileceğini esas alıyor…

*
Yunanistan ise 1970’lerden itibaren kıyı devletlerin koşulsuz bir hak olarak karasularını 12 mile çıkarmasıyla,
Karşılıklı olarak kabul edilebilir bir Uluslararası Hukuk kuralının oluştuğunu iddia ediyor.
Argümanı Türkiye’nin karasularını 1964’ten beri  Karadeniz ve Akdeniz’de 12 mile genişletmesi,
Ege Denizi  gibi kapalı veya yarı kapalı bir denizde, kıyı devletlerinin sadece çevre ve denizcilik bilimsel araştırmaları ile ilgili konularda işbirliği yapma yükümlülüğüne sahip olduğu iddiası oluşturuyor.

*.
Eğer Yunanistan şu anda 6 millik karasuyu sınırını 12 mile genişletebilirse; 10 millik hava sahası sütunu arasındaki tutarsızlığı sona erdirecektir.
Yunan egemenliği altındaki Ege sularının yüzdesi 43’ten yüzde 72’ye çıkacaktır.
Türkiye’nin sınırları değiştirme itirazlarının herhangi bir meşruiyeti kalmayacaktır.
Bu yüzden Yunanistan’ın Ege’deki karasularını 12 mile uzatma kararı Türkiye’ye katalitik bir etki yapıyor…  

*
Diğer taraftan  BM Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesine  üye olmayan Türkiye;
Kıbrıs haklarını ciddi şekilde sınırlayan bir perspektif  talep ediyor.

*
Öncelikle adanın Rum ve Kıbrıslı Türklere bölünmüş olmasını dünyada hiç bir ülke kabul etmiyor
Ankara dışında, dünyanın geri kalanı Kıbrıs’ı tek bir ülke olarak kabul ediyor.
Bu durum Kıbrıs Cumhuriyeti’nin  EEZ’sinde iddialılığını giderek arttırmasına neden oluyor.

*
Bu durumda Türk ordusu da Kıbrıs’taki petrol ve gaz bulma çabalarını taciz ediyor.
Türkiye’nin  araştırma  gemileri ise  KKTC olarak belirlenen bölgede Karpaz Yarımadası sularında sondaj çalışmaları yapıyor.
Ayrıca Türkiye; Mısır’ın Kıbrıs Cumhuriyeti ile olan denizcilik sınırı anlaşmasına rağmen Kıbrıs’ın EEZ Blok 6 sahasını Mısır’a ait açık deniz alanı olarak kabul ediyor.

*
Ne ki; Mısır, Kıbrıs, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün,  Filistin  Doğu Akdeniz Gaz Forumu olarak  birlikte hareket ediyor.
ABD, İsrail ve Lübnan arasındaki deniz sınırı müzakerelerine katılıyor.
Temmuz  başında Mısır, Kıbrıs’ın ilk gaz sahası olan Afrodit ile İskenderiye yakınlarındaki Mısırlı gaz sıvılaştırma ve ihracat terminali arasında bir denizaltı hattını onayladı.
15 Temmuz’da, AB dışişleri bakanları bir AB üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti  kıyılarındaki “yasadışı” keşif faaliyetleri nedeniyle Türkiye’ye yaptırımları onayladılar.

*
Halbuki Ortadoğu’da ABD işgali, Suriye Krizi, İran ablukası, Rusya’nın yeniden canlanması, sorunlu bir Avrupa Birliği, yasadışı göç krizi, Çin’in yükselmesi ve daha pek çok şeyin;
Neden olduğu küresel istikrarsızlığın kayıtsızlığa yer bırakmadığı bir süreçten geçiliyor.
Bu çerçevede İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs yakın demokratik benzerliklerinin bir sonucu olarak  Doğu Akdeniz İttifakı’nı oluşturması,
Uzun soluklu Ortadoğu çatışması, radikal İslamcılık ve Türkiye’nin köktenci İslami otokrasiye dönüşmesiyle işkence gören bir bölgede istikrar ve ilerleme arzusunu tehdit ediyor.
Nitekim Erdoğan dünya için ciddi bir belaya dönüşen çağdışı İslamcı uslubu ile hemen söz almıştır.
“Yaptırımlarla  tehdit etme” nin Türkiye’nin sondaj faaliyetlerini durdurmayacağını açıklamış bulunuyor…  

*
Ama o güvendiği ve birçok  platformda İslam dünyasında işbirliği ve dayanışmayı güçlendirmek,
İslam Dünyasının hak ve çıkarlarını korumayı amaçlayan İslam Ümmet’i olarak düşündüğü onlarca İslam ülkesinin hiçbirinden,
Ne ümmetçi Erdoğan ile aynı kaderi paylaşmak,
Ne de yıllardır KKTC’nin  devlet statüsünü tanımak için bir adım gelmiyor.
Belli ki Erdoğan’ da bu noktada çok yetersizdir.
 
*
Doğu Akdeniz’de tek gerçek; Doğu Akdeniz’in ayrı bir alt sistem statüsüne yükseltilmesi, bölgenin transatlantik işleyişin derinleşmesinde yapıcı bir rol oynamasıdır.  
Aslında bu rol Yunanistan, Kıbrıs, İsrail ve Türkiye’ ye transatlantik dönemin bölgesel öncüleri olarak hizmet etme, geleceği şekillendirme fırsatı sunuyor…
Ama Türkler makus bir talih yaşıyor,çünkü  Erdoğan hâlâ “Ümmet ” noktasındadır…

29. 7. 2019