Ahmet Kılıçaslan Aytar; Dünya’yı değiştirebilecek tek güç

 

DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE 1 MAYIS

Dünya her zamandan daha şiddetli ve kanlı çatışmalara sahne oluyor.

Müdahale edilmemesi durumunda nükleer silah sahibi güçlerin dünya savaşına yol açacağı bir durum arzediyor.

Bu yıl 1 Mayıs, dünyayı yok etmekle tehdit eden emperyalist militarizm eğilimine karşı emekçilerin, öğrencilerin ve gençliğin küresel savaş karşıtı hareketini inşa etmek amacı taşıyor.

  1. yüzyılda girişilen savaşlar yaklaşık 100 milyon insanın hayatına mal olmuştur.

O zaman Marksistler, bu savaşların kapitalist sistemin yapısal çelişkilerinden ve giderek küreselleşen ekonomi ile günün şartlarına uymayan ulus-devlet sistemi ve toplumsallaşmış üretim ile üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındaki çelişkilerden doğduğuna işaret ediyordu…

Kapitalist sistemin 2008’de patlak veren çöküşü, emperyalist güçlerin hem dünyayı yeniden paylaşma yönündeki yağmacılıklarına, hem de emekçilere yönelik şiddetli saldırılarına ivme kazandırdı.

Şimdilerde şirket ve mali sektör seçkinleri egemenliklerini sürdürme çabasıyla en temel demokratik hakları bir yana atıyor, doğrudan güce ve şiddete başvuruyor…

İşte ABD, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana sonu gelmeyen ve tırmanan bir dizi küresel çatışmaya önayak oluyor.

Mali aristokrasi kapitalizmin uzatılmış çöküşünü kendi tek kutuplu nüfuzu altındaki dünyada şiddet ve işgaller yoluyla dengelemeye çalışıyor.

Dünya egemenliği yöneliminde hiçbir bölgesel rakibe izin verilmeyeceği bir politika yürütüyor.

11 Eylül olaylarından yararlanan ve terörle mücadeleyi başlatan Bush yönetimi, Afganistan istilasını 21.yüzyıl savaşlarının birincisi olarak adlandırmıştı.

Ne ki, terörle mücadelenin ABD egemenlerinin dünyanın her bir parçasını kendi çıkarlarına tabi kılmak için başlattıkları küresel bir saldırı anlamına geldiği bugün çok açık anlaşılıyor…

ABD’nin çevresinde diğer büyük emperyalist güçler de yağmadan alacakları payların peşinde koşuyor…

Sınırsız yalanlar ve ikiyüzlülük ile meşrulaştırılan terörle mücadele, Ortadoğu’da ve Orta Asya’da bir milyondan fazla insanın ölüme yol açmış, milyonlarca insanı evsiz sığınmacılar haline getirmiştir.

Sürekli bir savaş çağı yaşanıyor.

Ortadoğu’da Suriye, Irak, Libya, Yemen, Filistin’de askeri tırmanma:

Suudi Arabistan’ın İran Körfezi’ndeki askeri yığınağa katılımı:

İran’a yönelik ABD-İsrail tehditleri:

Baltık ve Karadeniz arasındaki bölgede ABD ve NATO’nun silah sistemleri ve asker konuşlandırması:

Ukrayna ile Donbass Ayrılıkçı Hareketi arasında savaşın tırmanma potansiyeli:

Rusya’ya yöneltilmiş ekonomik yaptırımlar:

Türkiye ve Rusya arasında Karadeniz Havzası ve Kafkasya gerginliği:

Güney Çin Denizi stratejik su yollarında ABD militarizasyonu:

ABD-Kuzey Kore gerginliği;

Terörü sona erdirmek şöyle dursun sürekli genişleyen bir şiddete, kişisel tehlikeye ve küresel istikrarsızlığa yol açıyor…

Halbuki dünyada bu suça ve çılgınlığa son verebilecek tek toplumsal güç uluslararası işçi sınıfıdır.

Bu cümleden olarak emperyalizmi yenilgiye uğratabilecek olan şey,

Rusya’daki Putin yönetiminin milliyetçiliği ve nükleer savaş tehditleri ya da Çin’deki oligarşik egemen sınıfın manevraları değil,

İnsanlığın devrimci siyasi mücadelede örgütlenmiş ezici çoğunluğudur.

Ama tırmanan küresel felâket tehlikesine rağmen ortada kayda değer savaş karşıtı bir protesto ya da gösteri bulunmuyor.

Halbuki uluslararası işçi sınıfı, yüzyıl öncesinden çok daha güçlü devasa bir toplumsal güçtür.

Bu gücün emperyalizme karşı mücadelesi toplumsal eşitsizliğe, yoksulluğa, kitlesel işsizliğe, polis şiddetine ve diktatörlüğe karşı mücadelesi için öncelikle örgütlenmesi, harekete geçirilmesi ve ona siyasi bir önderlik sağlanması gerekiyor…

1 Mayıs Türkiye’de de Emek ve Dayanışma Bayramı olarak İşçi ve Memur Konfederasyonu’ndan işçiler, memurlar, öğrenciler ve gençlik tarafından kutlanıyor.

Onlar Türkiye’nin özgün ulus devlet karakteri çerçevesinde sömürüsüz, baskısız, insan onuruna yaraşır bir yaşam için Sosyal Adalet, Eşitlik, Bağımsızlık ve Sendikal Hakları için alanlarda toplanıyor.

Büyük Atatürk, ” Türkiye halkı îrken, dînen ve kültürel olarak birleşmiş, birbirine karşılıklı hürmet ve fedâkarlık hisleriyle dolu, gelecekleri ve menfaatleri ortak sosyal bir topluluktur ” ifadesiyle Sosyal Adaleti:

” Kanunlar önünde mutlak eşitlik, hiçbir ferde, aileye, hiçbir sınıfa, hiçbir cemaate imtiyaz tanımayan yurttaşları halktan ve halkçı kabul ederiz ” ifadesiyle Eşitliği:

” Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun istikbâlden mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkîinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz” ifadesiyle Bağımsızlığı gösteriyor ve Türkiye ulus devletinin özgün karakterini açıklıyordu.

Bugün alanlarda toplanan yüzbinlerce emekçi ve emekçi dostu insanın bu çerçevedeki coşkularında elbette çok samimi olduklarına,

Atatürk’ ten sonraki süreçte yokedilen devrimler ile sosyal adalet, eşitlik ve bağımsızlık hedeflerinde birleştiklerine,

Türk Devriminin gerçeği ve tarihsel rolünü reddeden burjuva sınıfına karşı dengelenmeyi öngördüklerine,

Yeniden  sosyal adalet, eşitlik ve bağımsızlığın tesisi için sendikal haklarını isteyeceklerine,

Bu yolla dünya emekçilerinin küresel savaş karşıtı hareketleri inşa etmek amacına katılacaklarına inanmak istiyoruz.

Çünkü endüstriyel demokrasi dünyada ve artık Türkiye’de de işçilerin yönetime katılması, işçi katılımının sağlanmasıyla yürüyor.

Emekçilerden yeni üretim teknikleri ve artan rekabette verimliliğin sağlanmasını teminen daha fazla fiziksel emek talep ediliyor.

Bu nedenle emeğin yaşamda ve  işyerinde  enformasyon ve iletişim ihtiyaçlarının sağlanması, tecrübe ve yeteneklerin açık kullanımı, çabayı teşvik, doyum sağlama ve mütemadiyen eğitimi gerekiyor.

Bunun için Türkiye’de yüzde 12 olan sendikalaşma oranının Avrupa’da ki, yüzde 70- 90 arasında makûl seviyeye çıkarılması gerekiyor.

Günümüz endüstriyel demokrasisinde sosyal adalet, eşitlik, bağımsızlık temini için sendikal hak’lar bu anlama geliyor.

Sendikalar bu hakların varlığından doğuyor…

Üstelik burjuva ya da siyasal iktidar kavgası yürüten kesimler güçlüdür.

İşleri; bölmek ve yönetmektir.

Bu suretle  işçileri ya da sendikaları yedekliyorlar.

Sendika liderleri bir yüzüyle işçiye ekmeği gösterirken diğer yüzüyle o kesimin aktörlerine bakıyor…

İşte TÜRK-İŞ; kamu işyerleri emekçilerinden sivil ve askeri bürokrasi egemenliğine gelebilecek  tehditleri engelliyor.

DİSK; Bir zaman önce sermaye ve hükümetlerin güdümünde TÜRK-İŞ’ten, eğitim programları işçi sınıfı bilincinden uzak eleştirileriyle  ayrılmış, sınıf ve kitle sendikası tezindedir.

Ne ki sınıfsal yaklaşımını kaybetmiş, sermaye ile uzlaşmış ve üyelerine bir takım haklar sağlama noktasında sıkışmıştır.

Ya da HAK- İŞ; sendikaların sol ya da sağ eğilimine tepki ya da doğrudan islami misyona yöneliktir.

Bugün  hükümet desteği ile  Anadolu tüccarı, zanaatkârı, imalatçısının büyüttüğü sermayenin emekçilerini devletin ekonomisi alanından çekiyor ve istediği siyasi alanın hizmetine sunuyor…

Çünkü Türkiye  Devriminin zayıflatılması suretiyle büyüyen burjuva sınıfı, emekçiyi bölmüş ve zayıflatmıştır.

Uluslararası sermayenin AB, Dünya Bankası gibi kurumları ve ulusal sermayenin TUSİAD, TİSK, TOBB gibi kurumlarının desteğiyle iktidar olan AKP emek piyasalarını esnetmek görevindedir.

İşçinin alımı, işten çıkartma, ücret, çalışma süresi ve sosyal güvencesinin esnetilmesini sağlıyor.

1 Mayıs’ ta Türkiye alanlarında sendikaları çatısı altında toplanan yüzbinlerce emekçinin, öğrenci ve gençliğin;

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın her geçen gün artan ” Hak benim, hukuk benim, devlet benim ” iddiasına karşın,

Türk işçisini temsilen sosyal adaleti, eşitliği, bağımsızlığı ve sendikal haklarını istemeleri,

Ama öncelikle Türkiye Devriminin gerçeği, Hak’kın anonimleşmesi gereğinde paylarına  düşeni yapmaları gerekiyor.

Bu çerçevede 1 Mayıs kutlu olsun.

1.5.2016

Ahmet Kılıçaslan Aytar