Ahmet Kılıçaslan Aytar; Deutsche Bank ve Yaman Ayrılık

DEUTSCHE BANK VE YAMAN AYRILIK
Kapitalizmin devasa siyasi ve ekonomik krizi Avrupa’nın güçlü devletleri arasında gerilimler oluşturmuştur.
Çatışmalar bir kez daha gündeme geliyor.
Brexit: Çalışanların haklarının yok edilmesini savunan sağ politikalar: Avrupalıların daha fazla kemer sıkması: Göçmen krizi ve terör saldırıları: Avrupa bankacılık sisteminde çöküşün artan tehlikesi: Suriye’de tırmanan savaş…
*
Halbuki Avrupa entegrasyonunda ilerleme kaydetmek için 27 üye ülkenin birlikte hareket etmesi ve bunu güçlü bir siyasi iradenin ivmelemesi gerekiyor.
Beklenen şey Almanya- Fransa ittifakının inisiyatif alması ve diğer üye ülkelere yol göstermesidir.
Ama en büyük iki EURO bölgesi; Almanya ve Fransa ekonomisi bir dizi kapsamlı acil krizle yüz yüzedir…
*
Bu noktada;
Bir zaman Alman büyük sanayisinin en önemli kesimleri ile yakın işbirliğinde olan,
Küresel mali sermayenin büyümesiyle birlikte bu iş modelinin giderek sürdürülemez hale gelmesiyle,
1980’lerin sonunda kendisini küresel bir yatırım bankasına dönüştüren,
Saldırgan bir şekilde rakiplerini ve özellikle ABD bankalarını hedef alan,
Almanya’nın en büyük bankası Deutsche Bank sahneye giriyor…
 
*
Deutsche Bank’ın malî durumu, Amerikan bankaları hükümet tarafından düzenlenen kurtarmalarla güçlendirilirken sürekli kötüleşmiştir.
Bu yüzden Deutsche Bank bir kurtarmanın yokluğunda rekabet edebilmek için piyasadan daha fazla sermaye sağlamaya ihtiyaç duymuştur.
Ancak büyük merkez bankalarınca yürürlüğe konan aşırı düşük ve negatif faiz oranı rejimi, onun temel iş modelini olumsuz yönde etkileyince de kâr beklentileri düşmüştür.
 
*
O sırada Deutsche Bank’ın bilançosunda yüksek düzeyde zehirli türev varlıklar tutulmaya devam ediliyor,
Dünya ekonomisinde  canlanma yönündeki beklentilerin giderek uzak hale geldiği koşullarda,
Banka her zamankinden daha yüksek kredi getirisi oranları talep ediyordu…
 
*
Nitekim ABD Adalet Bakanlığı’nın bir soruşturmasına göre Deutsche Bank’ın;
2008 krizine zemin hazırlayan yüksek faizli konut piyasasıyla bağlantılı hileli faaliyetlerde bulunduğu tesbit edildi.
Banka 14 milyar dolar para cezasına çarptırıldı.
 
Bankanın hisseleri bir mali krizi engellemeye yönelik hükümet kurtarma paketi söylentilerini tetikleyecek şekilde rekor seviyelerde düştü.
2008 iflasına yol açan tüm çelişkilerin bir kez daha patlak verdiğine ilişkin endişeler ivmelendi…
ABD’nin para cezasını 5,4 milyar dolara düşürmeye razı olmasıyla birlikte Avrupa’daki hava bulandı…
 
*
Yoksa kesilen ceza; Avrupa’daki ABD yatırımları ve kârları üzerine yaşanan gerilimlerin,
Almanya ile Fransa’nın ABD destekli Atlantik Ötesi Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’ndan fiilen vazgeçmesinin bir sonucu muydu? 
Kararın içeriği ve onu çevreleyen koşullar bunun Almanya’nın tek büyük uluslararası bankasına darbe vurmak üzere hesaplanmış bir hamle olduğu kaygısını uyandırıyordu…
 
*
Bu suretle ABD ile AB arasında ve özellikle de Almanya arasında gerilim arttı. 
Giderek büyük güçler arası ekonomik ve siyasi gerilimler gelişmeye başladı.
Jeopolitik çatışmalara ve mali krizin yoğunlaşmasına yol açıldı…
 
*
Başka nasıl olmalıydı ki?
Çünkü dünya ekonomisinde büyüme oranları düşük seyretmektedir, yatırımlar düşük, ticaret ve üretkenlik azalmıştır.
Ama  hisse senedi ve tahvil piyasalarının yükselişinde ifadesini bulan büyük bir malî balon da gelişmiştir.
Çünkü yükselen malî piyasalar ile temel ekonomideki inatçı durgunluk arasındaki çelişki, her zamandan daha patlayıcı bir biçimdedir.
Nitekim yatırımcılar, Deutsche Bank krizinde mevcut piyasa çarpıklıkları için ödenecek ağır bir bedelin olacağından kaygı duyuyorlar…
 
*
Bu kaygının anlaşılması için AB’nin iki güçlü ülkesi Almanya ve Fransa’nın ekonomik modellerinin farklılıkları ve iki ülkenin ekonomi politikalarının zaman zaman çeliştiklerine dikkat gerekiyor.
Almanya serbest piyasa ekonomisi kavramı yerine “Sosyal Piyasa Ekonomisi” kavramını kullanıyor ve bu anlayış “Ordoliberalizm” olarak anılıyor.
Fransa ekonomisi ise merkeziyetçi ve korumacılığa daha yatkındır.
 
*
Alman ekonomisi, Amerikan ekonomisine benzer şekilde ihracat odaklı olarak Fransız ekonomisinden farklılaşmıştır.
İhracatla büyüyen Alman ekonomisi için yeni pazarlara girmek, rekabetçi olmak ve korumacılıktan uzak durmak daha önemlidir.
Fransa ise yerli üreticilerin iç pazarda korunmasını ve zaman zaman korumacılığa gidilmesini daha faydalı görüyor.
 
*
AB’de 2008’den bu yana kapitalizmin siyasi ve ekonomik krizi sürerken ve Euro’nun durumu tartışılırken,
Şimdi buna eklenen Deutsche Bank krizinde “Ordoliberalizm” mantığının ekonomi yönetimi açısından yetersiz kaldığı anlaşılmıştır.
Fransa ise AB üyelerinin Finans ve Ekonomi Bakanları’nın oluşturacağı ve ekonomiye müdahale hakkı olacak bir ekonomik girişimden yanadır.
 
*
Öte yanda ekonomik değişimlerin halk kitlelerinin tüm siyasi ve ekonomik düzene yönelik yabancılaşmasına yol açtığını da vurgulamak gerekiyor.
 
*
İki lider ülke AB sorunları çerçevesinde farklı refleksler gösteriyor.
Sonuçta Avrupa kapitalizminin, Avrupa’daki ulusal bölünmelerin üstesinden gelmekte son derece zayıf olduğu anlaşılıyor. 
Avrupa’nın 1990’larda ve yeni yüzyılın ilk on yılında bir tür dünyevi din gibi yükseltiği bir öğreti olarak serbest piyasanın ve küreselleşmenin;
Sürekli ekonomik büyüme ve dünya halkları için artan yaşam standartları getireceğini ilan etmiş olan tüm perspektifi, ciddi bir kriz yaşıyor.
AB hızla bir çöküntüye ve ayrışmaya gidiyor…
 
6.10.2016
AHMET KILIÇASLAN AYTAR