Ahmet Kılıçaslan Aytar; Bu belki ikinci aşamadır.

BU BELKİ  İKİNCİ AŞAMADIR 

Dünya çok daha zorlu günlere dönüyor.

Asya- Pasifik bir yana, Asya’da ABD ve Rusya arasında hegemonya siyasetine dayalı eski dünya güvenlik anlayışı yerine karşılıklı güvene, yarara, eşitliğe ve eşgüdüme dayalı sürdürülebilir yeni bir güvenlik anlayışı talebinden kaynaklanan bir soğuk savaş yaşanıyor.

*

Rusya, Asya’daki talepleri saklı kalmak kaydıyla aşırılık ideolojisi ve mezhepsel-etnik ayrılıkların yükseldiği Ortadoğu’da;

Esad’ın yerine alternatifin olmayışı düşüncesi ve krizin çözülmesi için hırsların değil ortak amaçların esas alınmasıyla Suriye iç savaşına siyasi çözüm bulunmasını zorluyor…

*

Teminen Batı ile ortak düşman olan terörizme karşı çabaların birleştirilmesi gerektiğini,

Bunun için daha önce ideoloji farklılıklarına rağmen II. Dünya Savaşı sırasında faşizme karşı müştereken kullanılan ve başarılan bir örneği tezliyor.

*

Buna göre Suriye’ye siyasi çözüm için Barış Kongresi yanında, 1947’de BM Guvenlik Konseyi’nin 10 numaralı kararının uygulanarak;

Ekim 1945’te II. Dünya Savaşı akabinde ABD, Birleşik Krallık, Fransa ve Sovyetler Birliği’nin  Alman Nazi partisine karşı “insanlık suçu, savaş suçları, dünya barışına karşı işlenen suçlar ve savaşa sebep olmak” suçlarından açtığı davaya bakmak için kurulan Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi’nin bir benzerinin kurulmasını öngörüyor…

*

Nasılsa mahkeme maharetiyle Suriye’de işlenen hukuk ihlallerinden Esad rejimi kadar muhalif tarafların, teröristlerin, başta Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere bunları destekleyenlerin paylarını üstlenecekleri ve yeni Suriye’nin kurulmasına ilişkin bağlayıcı kararın alınacağı,

Kim suçlu, kim değil sorusunun yanıtlanacağı,

Elde edilecek sonucların BM merkezinde uluslararası hukukun üstünlüğüne işlenerek yeni bir küresel statünün oluşmasına neden olacağını savunuyor…

*

Ama ABD; Osmanlı’nın I.Dünya Savaşında yenilmesi: Galip devletlerin 1918’de  Osmanlı’ya Mondros Mütarekesi’ni imzalatması: Osmanlı’nın elinde kalan toprakları Misak-ı Milli sınırları olarak kabul etmesi: Lozan Konferansı’nda görüşülüp sonuca bağlanmayan Musul-Kerkük Sorunu:

Bugün de Ortadoğu’nun ve Kürtlerin statüsünün belirlenmesinin merkezinde yer alması gerektiği düşüncesinden geliştirdiği ve AKP ile ortaklaştığı,

“Osmanlı’nın ardından Türkiye’nin İslam toplumlarına Vatikan benzeri ekonomik güç olması projesi” ve “Suriye ve Irak jeopolitiğinde bölgeyi kazanan petrolü ve Misak’ı Milli topraklarını da kazanır” siyasetine verdiği primle Türkiye’yi dümen suyuna almıştır.

*

Nitekim kısa süre öncenin iki ortağı Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen’in yüce İslam dinini dünyevîleştiren cemaati ve siyaset gürûhu;

Osmanlıcılığın “sınırlar içinde yaşayan herkes ırk, din, dil ayrımı olmaksızın eşittir” ve İslamcılığın “toplumu bir arada tutan temel faktör din’dir” sentezinde,

Türkiye Cumhuriyet devleti ve rejimini paralel bir yapıda ve tamamiyle yeniden yapılandırmalarına göz yumulmuştur.

*

Sonuçta oluşturulan siyaset dinamiğinin bir ucunda ABD/CIA ve İsrail/MOSSAD’dan satın alınan destek,

Diğer ucunda ise içlerine aldıkları CIA ve MOSSAD istihbarat örgütlerinin yönetiminde ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki çıkarlarına güvenlikli bir bölge oluşturmak için ödenen karşılıklar olduğu bir garip Türkiye oluşmuştur.

*

Neyse ki Batı’nın Arap Baharı sürecinde ayıkması, “İslami dava faaliyetleriyle siyasi parti faaliyetlerinin birbirinden ayrılması” ve “bir siyasi partinin dini alanda vesâyet sağlamasının bir yararının olmayacağı” kararıyla,

Önce Mısır’da Muhammed Mursi ve Müslüman Kardeşler Örgütü’nün şeratçı hükümeti darbe ile yıkılmış,

Mısır gelişmelerinin ardından sıra, işte 15 Temmuz’da ABD’nin “başarısız olması plânlı darbe girişimi” ile Fethullah Gülen ve cemaatinin radikal tasfiyesine gelmiştir…

*

Bugün Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan’ın diğer kanadını oluşturan FETO çetesi tasfiye ediliyor.

Ama aşırılık ideolojisi ve mezhepsel-etnik ayrılıklara boğulan Ortadoğu’da; iki suç ortağı ABD ve Türkiye birlikte “Esad’sız Siyasi Çözüm”de direnmekte ve Suriye’de İç Savaş can almaya devam etmektedir…

*

ABD’nin mantığını Rusya Başbakanı D. Medvedev, “Bırakın dünya cehenneme sürüklensin, ama biz Rusya ile çalışmak istemiyoruz. Evet radikalizm kötü, ama yok edilmesi için Rusya’yla işbirliği yapmayı gerektirecek kadar değil. Biz Esad’ı sevmiyoruz ve Ukrayna’yı anlıyoruz ama Rusya bunu yapmıyor. Bu nedenle hiçbir işbirliği olmaz. Rusya’ya boykot ilan ettik, onlarla dostluk etmeyeceğiz, onları tecrit edeceğiz” biçiminde özetliyor.

*

Ne ki, ABD ve Batı; 2008 mali krizinin ardından ekonomik bir canlanmayı teşvik etmeye yönelik bütün çabaların başarısızlığa uğraması gibi ağır bir sorun yaşıyor.

Küresel talebin rekor seviyede düşük faiz oranlarına rağmen sürekli düşük büyümeye ve durgunluğa yol açacak şekilde düşmeye devam ettiği bir durum olan uzun süreli iktisadi durgunluk giderek sonuçlarını göstermektedir.

*

ABD’de Donald Trump’ın Cumhuriyetçilerin ön seçimlerindeki zaferi ya da  Demokrat Bernie Sanders’ın yükselişi,

Britanya’da Brexit oyu, II. Dünya Savaşından beri kural olmuş görece açık ekonomi politikalarına başkaldırı anlamına geliyor.

*

Bu kadar da değil! Çin, borç birikimi seviyesi üzerine artan endişeler ile birlikte belirgin bir yavaşlama yaşıyor.

Japonya düşük büyümeye ve deflasyona saplanmıştır, hükümet daralan dünya piyasasında ihracatını arttırmak amacıyla para birimi Yen’in değerini aşağı çekmeye çalışıyor.

Aynı zamanda dünya meselelerinde arttırılmış bir askeri rol oynama peşinde koşarken, II. Dünya Savaşı sonrası pasifist anayasasını yenilemeyi öngörüyor…

*

Ya da Fransa’da, Belçika’da grevlerin ardı arkası kesilmiyor.

Almanya, Avrupa’nın tamamında giderek artan kemer sıkma önlemleri uygulanmasını talep ediyor ve herhangi bir teşvik önlemine şiddetle karşı çıkıyor.

Bu tür eylemlerin, uluslararası rakiplerinden özellikle ABD’li mali kuruluşlardan gelen artan rekabet karşısında Alman bankalarının konumunu ve mali çıkarlarını zayıflatacak olmasından korkuyor.

Bu paralelde kendisini Avrupa ile sınırlayamayacağı, özellikle askeri araçlarla küresel arenada artan bir rol oynaması gerektiği konusunda ısrar ediyor…

*

Kapitalizmin, 1990’lardan beri bir tür dünyevi din gibi yükseltilen bir öğreti olarak serbest piyasanın ve küreselleşmenin, sürekli ekonomik büyüme ve dünya halkları için artan yaşam standartları getireceğini ilan etmiş olan tüm perspektifi, içinden çıkılmaz bir kriz yaşıyor.

Giderek bir çok ülkede seçmenler bilinçleri dışında küreselciliği değil sağduyulu ulusalcılığı hak ettiklerini dile getiriyor…

*

Kapitalizm ulusal yuvalarına dönmektedir, ulusal ekonomilere dönmenin sonuçları ise 20. yüzyılın ızdıraplı ve kanlı tarihini hatırlatıyor.

Sistemin I.Dünya Savaşı ardından 1930’lar da ekonomik ulusalcılık eliyle her bir ülkenin gümrük vergileri ve kota duvarları dikme yoluyla kendisini dünya piyasasının çöküşünden koruma peşinde koşması Büyük Bunalım’la büyük bir felakete yol açmıştı.

*

Ya da 1930’da ABD’de korumacı Smoot-Hawley Yasası’nın uygulamaya konmasından 1932’de sona ermesine kadar dünya ticareti tüm ekonomilerin gelişmesine değil ama parçalanmasına yol açacak şekilde daraldı.

Kaçınılmaz olarak II. Dünya Savaşı’na sürüklenildi.

*

Ya Almanya? A.Hitler, bir ekonomik otarşi programı temelinde iktidara gelmişti.

Çok kısa sürede politikası Alman ulus devletinin kısıtlamalarıyla karşılaşınca ekonomik krizle karşılaştı.

Ulusal ekonominin daha fazla gelişmesi toprakların genişletilmesini gerektirdi.

Ve Hitler,1936’dan itibaren rejiminin tüm ekonomi politikasını doğrudan II. Dünya Savaşı’na ve onun ürünü olan dehşetlere yol açan bir askeri fetih programına dayandırdı…

*

Şimdi içinde bulunulan çağda, işaretleri her zamankinden daha belirginleşen sonuç asla farklı olmayacağa benziyor.

Nitekim yukarıda adı geçen başat ülkelerin savaş hazırlıkları bütün hızıyla sürüyor.

*

FETÖ’nün hain darbe girişimi, TSK’yı oluşturan Politik: Ekonomik: İnsan gücü nitelikleri: Moral değerler ve kültür: Harekete geçme potansiyelini kullanma: Ulusal gücü oluşturan örf, âdet ve töreler, yurt sevgisi, çalışkanlık, bilgi, cesaret ve kendine güvenden oluşan manevî güçte büyük zaaflara yol açmıştır.

Bu değerlere sahip olamayan bir silahlı kuvvetin, operatif ve istihbari yeteneklerinden söz etmenin olanağı bulunmuyor.

*

Bu suretle TSK, bugünün geleneksel olmayan kuvvet ve yöntemlerin kullanıldığı yeni savaş stratejisinde komutasını, silah arkadaşlığını, sevk ve idaresini, taktik ve stratejilerini kısacası vatanın savunma gücünü güvenilir bir müttefik olarak kabul ettiği NATO’ya devretmiştir.

Ya da muhtemel bir savaşta, bölgede hiç bir ordunun sahip olmadığı TSK’nın ise geçmişte bir Bağımsızlık Savaşı kazanmanın onurunun verdiği farklılık,mütemadiyen aşındırılmış,TSK silikleşmiştir

Şimdi NATO işbu silik TSK üzerinden Ortadoğu’ya  bizzat sokulmuş oluyor.

*

Bu suretle;

Birincisi; ABD’nin Osmanlı’nın ardından Türkiye’nin İslam toplumlarına Vatikan benzeri ekonomik güç olması projesinin  ve Suriye ile Irak jeopolitiğinde bölgeyi kazanan petrolü ve Misak’ı Milli topraklarını da kazanır siyasetine son vermenin sırası gelmiştir.

Böylece FETÖ darbe girişiminin ardından ikinci aşama yürütülecek, ABD’den aldığı krediyi tepe tepe kullanan Recep Tayyip Erdoğan’ın şişen egosunun önü kesilecektir.

*

İkincisi; Rusya’nın, Ortadoğu’da krizin siyasal çözümü için belki muazzam bir yıkımın ardından kim suçlu, kim değil sorusu yanıtlanacak, suç öyle ya da böyle Recep Tayyip Erdoğan’a fatura edilecektir…

Elde edilecek sonuclar, ABD önderliğinde BM merkezinde uluslararası hukukun üstünlüğüne işlenir ve  küresel statüde kısmî reformlar yapılırken muhalif ülkeler susturulurken,

Garibim Türkiye, muhtemel bir barışta İsrail’in; Çevresinde güvenli bölge oluşturulması: En uzak mesafedeki füzelerin bertaraf edilmesi için düşman devletler sınırları ötesinde koruma daireleri oluşturulması esasına dayanan Askeri Doktrini gereğince başlıbaşına bir koruma dairesi oluşturacaktır.

*

Çok dikkat gerekiyor…

31.7.2016

Ahmet Kılıçaslan Aytar