Ahmet Kılıçaslan Aytar; BİNALİ YILDIRIM’IN MEŞRUTİYETİ

BİNALİ YILDIRIM’IN MEŞRUİYETİ
Erdoğan New York Times’a yazdı.
“Suriye’de uzun vadeli barışı ve istikrarı teşvik etmek kapsamlı bir strateji ile mümkündür.
Türkiye, radikalleşmenin temel nedenlerini ortadan kaldırmak için kapsamlı bir strateji öneriyor.
Sıradan insanlar istikrarlı bir geleceğe güvenirler, insanların kendilerini devletten kopuk hissetmediklerinden emin olmak istiyoruz ” dedi.
 
*
Doğrudur! İyi bir toplumun olmazsa olmazı adil bir politika ve hukuk sistemidir.
Böyle bir hükümet  tüm kişileri, aileleri, sivil toplum kuruluşlarını ve piyasanın aktörlerini, her yere yayılmış bir otoritenin boyun eğdiren bir özelliği olarak kendisine bağlamaz.
Bunun yerine, tüm kişilerin içsel ve eşit  saygınlığını onurlandırır ve korur, hukukun üstünlüğü ile adalet aranmasını öngörür.
 
*
Erdoğan’ın yukarıdaki ifadesi, iyi bir toplumun  adil politika ve hukuk sistemini belirleyen,
Hem hukuk ve etik arasındaki ilişkiye  hem de hukukçu olarak adlandırılan hukukî topluluğun izlemeleri gereken, davranışlarına yön veren etik kurallar ve değerlerle tam olarakörtüşüyor..
 
*
Ancak Erdoğan’ın bu ifadeleri yalnızca sözde kalıyor.
Çünkü Erdoğan Müslüman Kardeşler Teşkilatının hamisidir.
Çağdaş dünya insanlarının demokratik hukuk devletine giden zahmetli yoldan geçerken edindiği yaşam kültüründen ve demokratik geleneklerinden yoksundur.
O İsrail’i kuşatan ” Politik İslami Sistemdeki ” coğrafyada, yeni Osmanlıların başı olarak günün birinde Hilafeti ve Kudüs’ü geri getirebilmenin hayalinde yaşıyor.
Kudüs’ü işgal etmek isteyen Batılı istilacıların ve onların işbirlikçilerinin, Osmanlı’nın yıkılışından beri bu coğrafyadaki İslam ülkelerini ve toplumlarını tarihten dışlamaya çalıştıklarına inanıyor…
 
*
Bu yüzden İslamcılığın şampiyonu olarak kendini yeniden icat etmenin çabasındadır.  
Bir yandan İslamcı Cihad’ı körüklerken, öte yandan siyasetine  çağdaş dünyada meşruiyet arıyor.
Sünni Arap dünyasında hayranlık kazanabilmek için Türkiye’nin gurur verici laik geleneklerini birer birer geri almıştır.
Ne yazık ki, hedeflerinde umulandan daha ziyadesini de başarmış bulunuyor…
 
*
Lâik Türkiye’nin “Yurtta Barış, Dünyada Barış” temelindeki dış politikasını;
Batı Medeniyetinden ayrılmak ve İslam Medeniyetine dönmeyi hedefleyen saldırgan bir vizyonla değiştirmiştir.
Türkiye’de kimsenin ve hiçbir kurumun bu ülkenin rotasını doğruya çevirme gücü bulunmuyor… 
Lâik Hukuk Sistemi ya da  adil bir politikadan söz etmek mümkün değildir. 
Hukuk ve etik arasındaki ilişki kalmamıştır…
 
*
Bir zaman vergi ödemekten bunalmış Romalı inananlar İsa Peygambere; “Göklerdeki Tanrı dururken yeryüzünün kralı Roma İmparatoruna mı vergi ödeyeceğiz?” demişlerdi.
İsa Peygamberin ” Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya!” yanıtı lâik Hukuk’un başlangıcı sayıldı…
 
*
İkibin yıl sonra Türkiye’de…
Büyük Atatürk, Ankara Adliye Hukuk Mektebi açılışında, “Tamamen yeni kanunlar meydana getirerek eski hukuk esaslarını kökünden kaldırmak teşebbüsündeyiz.
Yeni hukuk esaslarıyla alfabesinden eğitime başlayarak yeni bir hukuk nesli yetiştirmek için bu müesseseleri açıyoruz.
Medeni hukukta, aile hukukunda takip edeceğimiz yol medeniyet yoludur.
Hukukta işleri oluruna bırakmak ve hurafelere bağlılık, milletlerin uyanmalarını engelleyen en ağır bir kabustur” diyordu…
 
*
Ama Erdoğan demokratik siyasetin esasına aykırı olarak bir dizi anayasa değişikliği ardından “Tek Adamlık Başkanlık Sistemi” kurdu.
Parti kapatmada TBMM’ nin yetkilendirilmesi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’ nun yapısının defalarca değiştirilmesi,
Askere Sivil Yargı ve Ombudsmanlık düzenlemeleriyle bugünün  parti-devlet statüsünü hukuk ile güçlendirdi. 
 
*
Erdoğan’ın lâik hukukla oynaması; 
Ekim 2009’da, Yüksek Eğitim Kurulu’nun aldığı bir kararla  Hukuk eğitiminde zorunlu ders olan “Roma Hukuku” nun ana bilim dalı olmaktan çıkarılmasıyla başladı.
Roma Hukuku; Hukuk Tarihi Anabilim  kategorisine alındı.
Halbuki Roma Hukuku Batı Medeniyeti Hukuk sistemlerinde özel hukukun temel kaynağı,
İkibin yıldan gelen ve toplumsal dinamiklerle mütemadiyen gelişen bir hukuk bilimidir.
Hukuk’un şahısa tekabül eden ” Şahsın Hukuku” ve ” Aile Hukuku” nun temelidir.
 
*
Tüm uluslar  kendi ulusal hukuklarını  oluştururken, şahıs ve mülkiyetler konusunda Roma Hukuku’nun insanlığın modern tarihine etkileşimini örnek aldı. 
Roma Hukuku, ulusal hukukların  özünü  teşkil ediyor.
Üstelik bugünün “Şahsı” ekonomik  değerleri bütününde  algılanıyor ve o algının temelinde de Roma Hukuku esasları bulunuyor…
 
*
Daha o günlerde hukuk eğitiminde bu değişiklik Türkiye’nin  çağdaş hukuk sisteminden savrulması anlamına geliyordu. 
Birincisi; Türkiye uluslararası hukuk arenasında kendi meydanını boşaltıyor,
İkincisi; küresel  serbest piyasa ekonomisi çağında oluşan ekonomik güc karşısında  “Şahıs” anlamında  Türk insanı kullaştırılıyor ve fütüvvetçi bir toplum oluşturuluyordu.
Şahıs ve toplum etkisizleştirilmişti.
 
*
Geride esasını Roma Hukuku sisteminden alan Özel Hukuk kaldı.
Ama şahıslar ya da ailenin medeni hukuk anlamında hakları ve ihlali durumunda nasıl korunacağını düzenleyen Özel Hukuk, Romalı esasından kopartılınca;
Hukuk eğitiminde Roma Hukuku dersinin yedeğe çekilmesiyle yetişen hukukçuların,
Amme hukukuyla bağdaşık devlet hukuku karşısında şahsın ya da ailenin menfaatlerinden ilişkisi kesildi. 
Hem de  küresel ekonomiye ilişiklenmiş devletlerin  tüzel ve gerçek şahısların menfaatleri karşısında durduğu şu çağda…  
 
*
Böylece Örfi Hukuk ya da bugünün görüntüsüyle  “Tek Adam Hukuku” na yol açıldı.
Din ve mezheplerin hukuk kurallarının cari olacağı günlere gidiş daha o günlerde başlatıldı.
 
*
Bugün hukukla güçlenmiş bir parti devlet; usulsüzlüklerin, görevi kötüye kullanmanın, rüşvetin, hırsızlık ve her türlü belirsizliğin potansiyel  kamusal denetçisidir.
Şeriat  esasına dokunmadan, onunla mutabık  şartlar ve ihtiyaçlar çerçevesinde tek adamın  örfi hukukunun vekilidir.  
Sözde demokrasi adına yerel sivil toplumun demokratik ulus, vatan, cumhuriyet ve yasalarının gözlemcisidir.
Türk Hukuk  Sisteminin anayasal  görevlisidir.
Parti-Devletin savcısı ve hakimi de tek adamın örfi hukukunun  görevlisidir…
 
*
Bu yüzden Binali Yıldırım, TBMM Başkanlığından istifa etmesine yönelik tartışmalar için, 
“Hukukun olduğu yerde etik konuşulmaz. Hukuk devletinde hukuk konuşulur. TBMM Başkanlığı’ndan istifa etmeme konusundaki kararlılığımda değişiklik yok” derken, 
Kategorik hukuk ilkeleri olarak hukuk felsefesinin merkezinde yer alan özgürlük, eşitlik, adalet gibi temel ontolojik ve ahlaki değerlerden türeyen,
Siyasal meşruluğun da ölçütü olan insan haklarıyla ilgili ahlaki talepleri hiçe sayıyor. 
 
*
“Dostlara Adil Davranılacağı, Düşmana Kanun Uygulanacağının” mesajını veriyor… 
 
9.1.2019