Ahmet Kılıçaslan Aytar; ‘Baykal,partisini dilim dilim doğruyor’

ERDOĞAN VE KILIÇDAROĞLU MATEMATİĞİ

Dünya karmaşık, tek bir merkezden yönetilmeyen, ekonomik, politik, sosyal ve askeri cepheleri olan, devlete bağlı olmayan aktörlerin, psikolojik harekâtın, sivil toplum örgütlerinin ve hukukun bir operasyon gücü olarak kullanıldığı, hedefe ulaşmayı uzun zaman dilimi içinde öngören ancak ateş ve manevra gücünün savaşın esas unsuru olmaktan çıktığı bir savaştadır…

Türkiye sınırına yakın noktalarda YPG’nin de bileşeni olduğu Demokratik Suriye Güçleri (DSG) mevzilerini  obüs ateşine tutuyor.

ABD ve Rusya, Türkiye’nin askeri çatışmaya girme olasılığına ihtiyatla yaklaşıyor, çünkü bu durumda Suriye’de siyasi çözüm umudunun sıfıra ineceği biliniyor.

Başbakan A.Davutoğlu “PYD ve YPG Kürtlerin temsilcisi değil, Rusların paralı askerleridir” diyor!

*

CNN Türk TV’de bir programda, CHP eski genel başkanı Deniz Baykal, “Azez-Halep hattını açık tutmak için bombalanmasını doğru buluyorum. Halep Sünni kentidir, Esad’a bırakılamaz” diyor.

Bir adım daha ve henüz Kurultay’ını yapmış olan YCHP’de lider Kemal Kılıçdaroğlu için “Artık geride kalması gerektiği kanısındayım” değerlendirmesi yapıyor, partisini dilim dilim doğruyor.

*

AKP’nin çekirdek kadrosunda yer alan ve aralarında Bülent Arınç, Hüseyin Çelik gibi isimlerin bulunduğu muhalifler ise 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün davet üzerine görüştüğü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kendisine iletilen rahatsızlık konularında hiçbir geri adım atmaması üzerine, Gül öncülüğünde AKP’nin kuruluş felsefesine döndürülmesi kararı alıyor…

*

Bütün bunlar ne anlama geliyor?

*

Suriye’deki iç savaşta Rusya’nın hava, Lübnan Hizbullah’ı ve Şii milislerin karadan verdiği destekle rejim güçleri, Halep’in kuzey kırsalında Nubbul ve Zehra kasabalarındaki kuşatmayı kırmıştır.

Kilis’ten başlayıp Öncüpınar/Bab es Selam Sınır Kapısı’ndan geçerek Azez’e ulaşan, oradan da Nubbul’un doğusundan Anadan-Hreytan hattına ve Halep’e uzanan 214 No’lu ikmal yolu kesilmiştir.

*

900 km.den uzun Türkiye-Suriye sınırının önemli bir kısmı, uzun süredir YPG ve SDG  kontrolünde bulunuyor.

Fakat, neden Türkiye’nin “sınır boyunca bölgenin tamamını ele geçirmeleri halinde cihatçılarla” komşu olması durumu düşünülmüyor?

*

Ama Türkiye, YPG ve SDG’nin önce Fırat nehri üzerindeki Teşrin barajını alması ardından El Kaide uzantılı grupların elinde bulunan Minnig havaalanın kontrolünü ele geçirmesi,

Sınırdaki Azez’e kadar uzanan YPG ve SDG’nin bulunduğu noktaların uzun süredir etrafı sarılmış halde olan Afrin’e çok yakın oluşu,

Hem Halep hem de İdlip’teki silahlı gruplar için hayati önem taşıyan Azez-Tel Rıfat güzergâhının önemli ölçüde Suriye Ordusu ile YPG/SDG’nin eline geçmesi durumundan sıkıntı duyuyor.

Çünkü, silahlı grupların Halep-Türkiye ikmal bağlantısı yolu tıkanmıştır.

Cihatçıların kontrolündeki İdlib, Batı Halep ve Azez arasındaki geçişler engellenmiş,

Lazkiye ve sahil kesiminin savunması  daha ileride kurulmuştur…

*

Aslında bu durum, sahada vekillerini kaybeden Suudi Arabistan, BAE gibi bölgesel aktörlerin artık silah kuşanma sırasının kendilerine geldiğini düşünmesine yol açıyor.

Nitekim Suudi Arabistan, Bahreyn, Katar ve BAE  Türkiye ile koordineli şekilde Suriye’ye müdahale edebileceklerini duyuruyor.

Suudilerin liderliğini yaptığı Sünni İslam Ordusu ise Malezya, Endonezya ve Brunei askerlerinin de içinde bulunduğu 150 bin asker göndermeyi öngörüyor!

Sıranın savaşın seyrini kökten değiştirecek stratejik öneme sahip Halep’te “Büyük Savaş”a mı geldiği merak ediliyor?

Çünkü iç savaşın tüm taraflarının da farkında olduğu üzere üç koldan taarruza geçen rejimin kenti ele geçirmesi yakın görülüyor.

*

Bu noktada, Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerine atılı savaş suçları ithamından ciddi sıkıntıdadır.

Olası uluslararası hukuk tarafından yargılanmanın dehşeti, onun öngörülemez kararlar almasına neden oluyor.

Üstelik Suudi monarşisinin peşine taktığı neoOsmanlıcı hedefleri peşinde beş yılı bulan iç savaşta ilk günden bu yana Suriye’ye girmek için bastırmaktadır.

Ne ki bu arzusu ABD tarafından karşılık bulmuyor, ama şimdilerde içeride ve dışarıda sıkışan AKP hükümetinin böyle bir maceraya ihtiyacı her zamandan daha fazla bulunuyor.

En azından başkanlık referandumu ve yeni anayasa sürecinde kitleleri konsolide edecek bu tarz bir maceranın getiri sağlayacağı düşünülüyor…

*

Suriye’ye girme hevesi hep havada kalan Erdoğan iktidarı, şimdi mültecileri kullanarak bu emeline ulaşmayı planlıyor.

Sınırın diğer yakasında Azez-Mare hattında bir alanda kurulacak  bir tampon bölge hedefleniyor.

Mülteci krizini uluslararası bir koz olarak kullanan AKP’nin son günlerde bu seçenek üzerinde diplomatik yığınak yaptığı dikkat çekiyor.

*

Tampon bölge arzusunun esaslı bir nedeni neoOsmanlı hedeflerine bir açık kapı bırakması yanında, Kürtlere karşı dirençli olmak isteğidir.

Çünkü Kürtler, Fırat’ın batısına Azez üzerinden doğudan giriş yaparak AKP’nin kırmızı çizgilerini yok ediyor.

Ne ki Türkiye’nin ve Suudi Arabistan’ın kara harekatı olasılığını dile getirmesine Suriye ve İran’ın “misliyle yanıt veririz” yanıtı ve Rusya’nın uyarıları,

Suriye’deki vekalet savaşının bölgesel savaşa evrilmesi potansiyeli taşıyıp taşımadığını halâ şüphede bırakıyor.

Zaten Suriye izni olmaksızın hiç bir ülkenin  o topraklarda  bulunması imkânı bulunmuyor…

*

Üstelik ABD ve Rusya, YPG güçlerini IŞİD’e karşı sahadaki en etkili güç olarak kabul ediyor.

IŞİD ve El Kaide’nin Suriye kolu olan Nusra Cephesi, Ahrar uş Şam gibi örgütlere karşı etkili oluşu, bulunduğu bölgelerdeki halk desteği, ABD ve Rusya ile çeşitli düzeylerdeki ittifakları göz önüne alındığında YPG’nin eli kuvvet kazanıyor…

*

PYD’nin ABD ve Rusya ile çeşitli düzeydeki ittifakları ise;

Rusya’nın Suriye, İran ve Irak ordularının, ABD ve müttefiklerinin ortak tehdit kabul ettiği  tüm terör örgütlerini tasfiye etmek üzere oluşturdukları uluslararası koalisyonun “Lâik, birleşik ve bağımsız bir Suriye ve Irak ” stratejisiyle,

ABD’nin Sykes-Picot Antlaşmasını devam ettirme ve Suriye’nin Nasturiler, Kürtler ve Sünni Araplar ve Irak’ın Şiiler,Sünni Araplar ve Kürtler arasında bölünmesi stratejisi arasında bir bağ kurulduğu düşüncesini geliştiriyor.

*

Nükleer anlaşmaya varan ve ekonomisi büyük oranda petrol ithalatına bağlı fakat ekonomik sıkıntı çeken İran için doğalgazı kendi toprakları üzerinden Avrupa’ya taşınmasında alternatifsiz Türkiye hüviyetinin;

İran’ın İsrail’in denetiminde olan Kürdistan’ı ve Kürdistan kaynaklarını da yanına alarak, kendi savunma çerçevesi ve yeterli stratejik-asimetrik tamponları kapsamında Türkiye’yi çok rahatlıkla bypass edebileceği bir durumun gelişmekte olması gibi bir hâli düşündürüyor.

*

Bu durumda Kuzey Kafkasya Çerkes topraklarında Kuban Halk Cumhuriyeti’nin Moskova merkezinden daha az bağımlı yönetim organları kurmak talebi,

Dağıstan ve Hantı-Mansi Özerk Bölgesi’nde, Astrahan, Volgograd, Rostov, Başkurdistan’da sayısız etnik ve dinsel çatışmanın Rusya’yı dağıtmak için  kullanılması önlenebilecektir.

Hazar kaynaklarının değerlendirilmesinde kıyıdaş ülkelerin eli güçlenebilecektir.

*

Ya da PKK;  Türkiye’nin güney ve güneydoğu bölgeleri ile birlikte özellikle Ağrı, Iğdır ve Ardahan gibi doğu vilayetlerinde de etnik huzursuzluk çıkaracak,

Ağrı-Iğdır-Ardahan üçgeninde saldırıları da geliştirerek Türkiye’nin Ermenistan ile sınır topraklarını kontrol altına almak ve bölgede yaşayan Azerbaycan kökenlileri göçe zorlamayı öngörebilecektir.

Ermenistan’ın PKK’nın bu faaliyetlerine destek vereceği, terör örgütünün bu bölgeyi tamamen kontrol altına alması halinde Ermenistan’ın bu bölgeyi kendine merkez seçeceği ve faaliyetlerini genişleteceği de açıktır.

*

Eh! Bu durumda, şimdilerde içeride ve dışarıda sıkışan, yeni bir anayasa peşinde olan, bu yüzden Suriye’de macera peşinde koşan Türkiye’nin iktidar ve muhalefet anlayışlarında kolaylık sağlayacak mutlaka bir değişiklik gerekiyor.

Recep Tayyip Erdoğan ve Kemal Kılıçdaroğlu misyonlarını yerine getirmiştir, bundan böyle dünyaya bir faydaları bulunmuyor.

Türkiye’ye olan faydalarını sorgulayacak bir mercî ise zaten yoktur!

 

17.2.2016