Ahmet Kııçaslan Aytar; Darbenin Yarını

DARBENİN YARINI

Emperyalizm ulus devlet kurumuyla sahip olunan toprak parçasının ötesinde insanın ve toplumsal yapının da yönetilmesini, refah ve gelişime ortak edilmesini istiyor.

Yeni sömürgeciliğini insandan geliştirip tüm dünyaya işliyor ve yeni hayat tarzını ulus devletlerin ötesinde dizayn ediyor.

Halbuki Türkiye, emperyalizme karşı bir Bağımsızlık Savaşı zaferiyle imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile mütemadiyen gelişmeye açık, aydınlanma çağının getirdiği ulus devlet, eşitlik, din ve vicdan özgürlüğü gibi kavram ve olguları benimsemiş ve güvence altına almıştı.

Ne ki, emperyalizmin ulusal homojenliği farklı etnik, dini kökenlerden gelen insanları bir arada yaşatma sorunu olarak çözmeye çalışmasıyla  Türk Ulus Devleti çok derinden etkilenmiş bulunuyor.

*

Emperyalizm Türkiye’den İslam coğrafyasında vizyona konan, barışın ve adaletin dini inanışlar üzerinde inşa edilmesine dayanan, sadece ekonomi değil siyasal, kültürel ve sosyal boyutlarında bütün etnik yapıları İslam ümmeti potasında algılayan “Siyasal İslamcılık” algısı yerine;

Bir süredir Türkiye gibi bir ülkede bu algıyı yeni bir anayasada toplumsal hayatın, siyaset ve kültürün;

Bir tarafta laiklik, diğer tarafta  tarikatlar, cemaatler ve dini kurumlar vasıtasıyla dini ritüellerle bezeneceği,

Devletin de böyle bir toplumu küresel siyasi ve ekonomik kriterler dengesinde tutmasını istediği bir perspektife yerleştirmeye çalışıyor.

*

Ne ki,emperyalizmin işleyen bu sürecinde, oluşturulan siyaset dinamiğinin bir ucunda ABD/CIA ve İsrail/MOSSAD’dan satın alınan destek,

Diğer ucunda ise devletin içine aldığı CIA ve MOSSAD istihbarat örgütleri yönetiminde ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki çıkarlarına güvenlikli bir bölge oluşturmak için ödenen karşılıkların olduğu bir Türkiye’nn oluştuğuna da dikkat etmek gerekiyor.

*

Nitekim kısa süre öncenin iki ortağı Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen’in yüce İslam dinini dünyevîleştiren cemaati ve siyaset gürûhu;

Osmanlıcılığın “sınırlar içinde yaşayan herkes ırk, din, dil ayrımı olmaksızın eşittir” ve İslamcılığın “toplumu bir arada tutan temel faktör din’dir” sentezinde,

Türkiye Cumhuriyet devleti ve rejiminin paralel bir yapıda ve tamamiyle yeniden yapılandırılmasına göz yumulmuştur…

*

Maamafih, ABD Arap Baharı sürecinde ayıkmış, “İslami dava faaliyetleriyle siyasi parti faaliyetlerinin birbirinden ayrılması” ve “bir siyasi partinin dini alanda vesâyet sağlamasının bir yararının olmayacağı”na karar vermiştir.

O günün Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı Mursi’yi ziyaret için bulunduğu Kahire’de “Türkiye’de anayasa, laikliği devletin her dine eşit mesafede olması olarak tanımlar. Mısır’ın da laik bir anayasaya sahip olmasını tavsiye ediyorum”  önerisinde bulunmuştu.

*

Erdoğan, ABD emperyalizminin kendisi ve benzeri siyasi misyonlarda olan siyasilere çizdiği çerçeveden hareketle tavsiyede bulunuyordu.

Ama Muhammed Mursi ve Müslüman Kardeşler Örgütü’nün şeratçı hükümetinin bir askeri darbe ile yıkılmasını engelleyemedi.

Mısır’da bu gelişmelerin ardından sıranın elbette Türkiye’ye geleceğini biliyordu.

O yüzden, F.Gülen’i durmaksızın “İnlerine inmekle” tehdit etti.

*

15 Temmuz’da ABD’nin “başarısız olması plânlı darbe girişimi” ile F.Gülen cemaati Türkiye’de kök saldığı her alanda  sökülüp atılmaya başlandı.

Bu sonuçla ilgili impulslar,elbette emperyalizmin birer yöneticisi olan hem YCHP Genel Başkanı K.Kılıçdaroğlu’na, hem de MHP Genel Başkanı D.Bahçeli’ye de verilmiş olmalıydı.

*

Darbe girişiminin aydınlatılması kısa vadede imkânsızdır.

Ama şu sırada yapılabilecek en faydalı iş; bu felâketin demokratikleşme yönünde bir imkâna dönüştürülmesidir.

Şimdi böylesi bir ortama katkı sunan her çabanın değerli görüldüğü, ters yönde bir çabanın ise toplumsal barış umudu açısından son derece tehlikeli olduğu bir süreç yaşanıyor.

*

Bu felâketin demokratikleşme yönünde bir imkâna dönüştürülmesi yönünde, 79 milyon insanın hemfikir edilmesi ama öncelikle geçmiş söylemlerine rağmen siyasi parti liderlerinin arasının bulunması gerekiyor.

Darbe girişiminin ardından YCHP, İstanbul Taksim Meydanı’nda AKP dahil çeşitli siyasi parti üyelerinin katılımını da kapsayan darbe karşıtı mitingde bir “Demokrasi Manifestosu ” açıklıyor.

Manifesto’da bildirilen;

1-Bütün siyasal partiler darbe girişimine karşı çıkmış, demokrasi konusunda Türkiye’de tartışmasız bir ortak payda oluşmuştur,

2-Demokrasimizin teminatı olan demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkesinin ne kadar yaşamsal olduğu bir kez daha kanıtlanmıştır,

3-Bu darbe girişimi anayasada, yasama, yürütme ve yargı olarak yer alan güçler ayrılığı ilkesinin, demokrasideki denetleme işlevinin güvencesi olduğunu ortaya koymuştur,

4-Girişim, devlet yönetiminin liyakata dayanması gerektiğini ortaya koymuştur. Devletin yapılanmasında, bilgi, birikim ve deneyim gibi ilkeler esas alınmalıdır,

5-Bu ülkenin insanları özgürlükçü demokrasiye layıktır. Türkiye darbe hukukundan arınmalıdır.

6-Devlet kinle, öfkeyle, ön yargıya yönetilmez. Girişimde bulunanlar, hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı kalınarak yargılanmalıdır ifadeleri, her siyasi parti için Türkiye yarınının ortak paydasını belirliyor.

*

Çünkü emperyalizm,Artık Türkiye’deki devletin işbu toplumu küresel siyasi ve ekonomik kriterler dengesinde tutmasını istiyor…

Bunun bir anlamı da Emperyalizm’in Türkiye’de  demokrasiye sahip çıkan, bu noktada uzlaşma oluşturan dinamikleri görmezden gelmesinin ve Türkiye’yi Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ibaret resmetmesinin sonuna gelindiğidir…

*

Ama Erdoğan, halâ elindeki “Rabia Heykelciği-Put’u” ile oynarken,Fethullah Gülen ile beraberliklerine dair “Rabbim beni affetsin”diyor,

Yargının rabbine bağlandığını söylüyor.

 

6.8.2016

AHMET KILIÇASLAN AYTAR