Abdullah Nihat Yılmaz ; BATAK

BATAK

Aslında “Balkanlaşma” diyecektim bu yazının başlığı için ama durakladım birden. Gerçi,  “Balkanlaşma” da bir çeşit “batak” tır, ama onun  “batak” oluşu, biçim olarak biraz farklıdır, örneğin  kimi sözlüklerde,

”Osmanlı Devleti’nden balkan ülkelerinin ayrılması örnek sayılarak; ayni      coğrafi bölgede birden fazla devlete bölünme hali”’

diye geçiyor ki, bu doğrudan doğruya  tarihsel bir safha sayılır. Osmanlı’nın bir yandan  çağdışına düşüp kendi kendini yemeğe durduğu, öte yandan kendisinden kopup bağımsızlaşan ülkelerin de katkılarıyla “yedi düvel” tarafından  hırpalanıp “Hasta Adam” a dönüştürüldüğü bir tarih…Yani

Balkanlaşma.

Oysa bugün  savaşların, darbelerin, sürgünlerin, göçlerin, işgallerin, mezhep kavgalarının,  yaşandığı ve anti emperyalist karşı çıkışların tomurcuklandığı  ve de günü kurtarmaya dönük antlaşmaların  imzalandığı bir bölgeden söz edecektim.

Ki, kimin elinin kimin cebinde olduğunun pek açık olmadığı bir bölgeydi bu…

Bu nedenle “Batak” başlığı daha uygun düştü… şimdilik!

Çünkü “Batak”,  “Üzerine basıldığı zaman çöken nemli veya çamur haline gelmiş toprak” diye tanımlanıyor. Bu “çamurlaşmış toprak”, siyasal kapsam açısından, bir ya da birkaç yüz metrekarelik küçük bir alan olabildiği kadar, bir ya da birçok ülkeyi içine alan kocaman bir coğrafi bölge de olabiliyor.

Orta Doğu gibi…

Gerçi  bu  “Orta Doğu”nun elbet bir tarihi de vardır muhakkak, ama şimdilerde daha çok bir GÜNDEM’dir o, sosyo- ekonomik ve de siyasal bir gündem… ki, acil kere acil…Dahası bölge ülkelerinin temel sorunu (ki sorun emperyalizmdir) çözümlenene, yani emperyalizm kovulana kadar hiç bir sorunlarının çözümlenemeyeceği cinsinden bir “gündem”…

Yani, Türk Dil Kurumu’nun Türkçe  Sözlüğü’nde de belirtildiği gibi,   “Türkiye,  Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Suriye, Mısır, Arabistan, İsrail, Lübnan, Filistin, Irak ve İran devletlerini içine alan, ama -ne yazık ki – bizim diğer Türkçe sözlüklerimizde  “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” devleti telaffuz bile edilmeden sadece “Kıbrıs” diye geçiştirilen- Dünya’nın kopmaz bir bölgesi …

Orta Doğu…

Fakat  bu Orta Doğu’nun temel sorunu coğrafi bölge oluşundan kaynaklanmıyor,  “yarı sömürge” oluşudan kaynaklanıyor… Daha da açığı ve de Türkçesi: Emperyalizmin, özellikle de Amerikan emperyaliminin – İran hariç- kirli parmaklarıyla nifak nifak karıştırdığı ve de  zebella gövdesiyle gelip oturduğu bir “mazlum ülkeler” diyarı oluşundan kaynaklanıyor…

Üstelik sözlüklerde belirtilen bölgeden daha  da geniştir- bu siyasallaşmış yarı sömürge alan. Örneğin taa Afrika’nın kuzey ülkelerinden başlıyor, Arabistan dahil  bütün Arap ülkelerini kapsadıktan başka  Türkiye’nin  doğusunu da içine alıyor!

Hem de bu bir projedir aynı zamanda. Amerikan emperyalizminin Büyük Orta Doğu Projesi, ki kısaca (BOP )!.. Ve Türkiye dahil tam 22  ülke’den oluşuyor bu BOP! Ancak “balkanlaşma” sürecini andırsa bile daha çok işi var. Çünkü net kopuşlar pek başlamışa benzemiyor şimdilik…

Peki, Recep Tayyip başbakanken ne buyurmuştu bu  BOP için?

“Ben bu BOP’un EŞBAŞKANIYIM, bu görevi yürütüyorum!”  değil mi? Breh, breh breh…Ne kasıntıydı o!

Hem de, Salt cehaletinden değil, hele “ılımlı İslamcı” lığın aptalca böbürlenmesinden hiç değil…Doğrudan doğruya emperyalizmin ileri karakolu oluşundan ve de bu uğurda  uşaklaşmış politikasından…geliyoru bu eşbaşkanlığı.

Üstelik Suriye’yi  işgale yelteniş de vardı işin içinde! Sen kalk, bağımsızlığını korumaya çalışan Esat’ı devirip Suriye’yi Amerika’ya peşkeş çek, ve de mehmetçiğin kanını dökmeyi kahramanlık say!  Hele Emevi camisinde  sabah namazı kılmayı cennete giden yol diye satışa koy…

Peki sonra? Üç milyona yakın Suriyeliyi göçmen olarak kabül et ve seçmen kazanma hesabı ile nüfusuna kaydatmeye giriş! Ardından “buralar eskiden bizimdi” narasıyla Irak’a askeri birlikler sal!

Ve sonra dön, Rusya ve İranla birlikte Suriye Devleti’nin toprak bütüünlüğünü tanıyan antlaşmanın altına imzanı koy!

Adama, ne o? Söktüremedin mi beyzadem? Demezler mi?

Ya peki, biz ne yapalım?

Bi kere Orta Doğu sınırımız delik deşik… el ayası gibi ortada bu. Sonra yabancı bombalar  sınır içre de patlamaya başlıyor… Bu da duyulup yaşanıyor gün gün…Hatta saat saat!.. Üstüne üstlük   çoğala çoğala dönen sal üstündeki ŞEHİTLERİMİZ de caba…Ki, köyler, kentler, kasabalar…derken, neredeyse mezarlığa dönecek güzel yurdumuz.

Eğer biz, Sosyalist Çin’le iyi bağlar kuran Rusya’nın  Doğu Akdeniz’e yerleşmesinden de yararlanarak  işçi sınıfımız ve emekçi halkımızı örgütleyip kuracağımız emekten yana iktidarımızla elimizi eteğimizi Orta Doğu’dan çekmezsek, belli ki, Recebin başkan olma rüyasıyla bezediği ve efendisinin izinde yürüttüğü uşaklık politikası ocağımıza incir ağacı dikiverecek. Hatta bununla da kalmayacak,  karanlık yeni anayasıyla faşizmi de dayatacak, anamızı da ağlatacak…

Yani çıkış yolu bu iktidarı göndermekle başlayabilecek…Net bu!

Değilse, “Yeni Türkiye” mavalından başka, bir de “yeni ORTA DOĞU” çıkacak ortaya! Ki o, daha da beter bir,

BATAK…

 

Abdullah Nihat Yılmaz

18 Ocak 2017, Londra.

_______