2016 Rusya’nın yılı oldu, Türkiye’nin değil..

 

     Rusya’nın yılı

2016 yılı Türkiye iç politikası açısından büyük çalkantılarla geçerken, ülkeyi yakından ilgilendiren dış politika konularında tam bir değişim yılı oldu.

Uluslararası jeostratejik dengeler açısından bakıldığında 2016 Rusya ve Putin’in. Bu alanda yapılan tüm değerlendirmeler Putin ve Rusya’nın bu yılın kazananları olduğuna dikkat çekiyor. Bir yanda Orta-Doğu ve Suriye’de, diğer yanda Ukrayna ve Baltık Denizi çevresindeki askeri yığınak bölgesinde Rusya, NATO ve ABD öncülüğündeki yayılmayı durdurmuş görünüyor. NATO komutanlarının Rusya’nın lideri Putin hakkında yaptıkları değerlendirmeler onun strateji alanındaki kararlı ve cesur tutumunu ön plana çıkarıyor ve Obama yönetimindeki ABD’nin her iki kriz bölgesinde de kaybettiğine işaret ediyor.

Uluslararası dengeler açısından 2016 nın ortaya çıkardığı bu gerçekler, Türkiye iç politikasını da çok yakından ilgilendiriyor. Zira Türkiye Orta-Doğu’da ABD-Batı Kampının bir izleyicisi olarak başladığı 2016 yı, rakip kampta Rusya-İran- Suriye bloğunun aktif bir üyesi olarak bitirdi. Bu radikal değişimin sonuçlarını kuşkuya yer yok ki, 2017 yılı boyunca iç ve dış politikamızda hergün birlikte göreceğiz. Garabet; NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip Türkiye’nin, yine NATO’nun en büyük düşmanı olan Rusya ve İran ile net bir ittifak sürecine başlamış olmasında. Önümüzdeki yıl boyunca bu büyük çelişkinin damgasını taşıyacaktır tüm ekonomik,siyasi,askeri ve güvenlik gelişmeleri.

         İslamizasyonun durdurulması

Türkiye için iç ve dış politikanın birlikte hayata yansıdığı ve son derece karmaşık bir döneme girildiğinde fazlaca bir şüphe bulunmuyor. Öyle ki, her sıkılan kurşunda,her patlayan bombada uluslararası istihbarat örgütleri ve onların güdümünde iş yapan yerli örgütlenmelerin izleri aranıyor. Sınırlarımız içinde ve dışında fiilen ‘savaşan ülke’ statüsüne geçtiğimiz bu yıl içinde askeri darbe,terörle mücadele ve açık savaş biçimlerindeki üst düzey krizlerin tümünü birden yaşadık. Çok ağır olarak nitelendirilmesi gereken can kayıplarına bakarak ‘iyi yönetilmediğimiz’ sonucuna varmak en kestirme değerlendirme olacaktır.

Son 15 yılın Türk iç politikası doğrudan doğruya dış politikadaki tercihlerin sonucu oldu. Bu yılların net olarak ortaya çıkardığı gelişme doğrultusu ise açık bir biçimde ‘islamizasyon’. Bu gelişme iktidardaki Siyasi İslamcı AKP yönetimi kadar, ulusalararası güç merkezlerinin eseri. 2002 yılından beri geçen 15 yıllık sürede sırasıyla Avrupa Birliği, ABD, Sünni İslam Ülkeleri, mali, siyasi ve askeri bakımdan Türkiye’deki Atatürk ve Cumhuriyet karşıtı ‘İslamizasyon’ akımını desteklediler. Gelinen noktada Türkiye’nin ‘yarısı’ için ülke yaşanabilir bir toprak parçası olmaktan çıkmak üzeredir. ‘İslamizasyon’ halkın doğrudan günlük yaşamını tehdit eden en büyük tehlikedir. Hangi Uluslararası Kampta yer alacağımız kadar önemli olan mesele ise ‘Nasıl Yaşayacağımız’. 2017 ye girmek üzere olduğumuz şu günlerde, gelecek için büyük umutlar beslemek tedbirli bir değerlendirme olarak görülemez. Zira, ‘bir İslamcı Dikatörlük rejimi altında yaşamayı kabul etmeyiz’ diyen halkın yarısı, gelişen iç ve dış olaylar konusunda sadece ve sadece seyirci, konumunda…

Mahir Tan      LondraPosta-Londra